Navbarı Gizle / Navbarı Göster

Ana Menü

31 Ağustos 2011 Çarşamba

12 Dev Adam, 12 Ayrı Resim

Dün milli takımın genel görüntüsünü değerlendirmiştim. Bugün ise tek tek oyunculara daha yakından bakalım.

Hidayet Türkoğlu: Toronto'da geçirdiği felaket sezonun ardından 2010 Dünya Şampiyonası'nda takımımızın final yolculuğunda baş aktörlerindendi. Yeni sezonda Suns'a takas oldu ve Steve Nash ile birlikte oynama fırastı buldu. Fakat Alvin Gentry'nin onu 4 numara oynatmak istemesi özellikle Hedo'nun savunma konusunda ciddi sıkıntı yaşamasına neden oldu. Nash'in topu domine ettiği oyun sisteminde git gide nokta şutörü olmaya doğru gitti. Yaşadığı sakatlıkların da etkisiyle önce ilk 5'teki yerini kaybetti sonra da dakikaları ciddi derecede azaldı. NBA kariyerinde tam en dibe düşmüşken imdadına eski yuvası Orlando yetişti ve takasla Hedo'yu tekrar çok değerli olduğu sisteme döndürdü. Bir kaç maçlık balayından sonra Orlando'nun istenilen seviyeye gelememesi ile birlikte tekrar eleştirilerin hedefi oldu. Özellikle play-off'larda Atlanta'ya elenen takımda başta Hedo olmak üzere bir çok oyuncu Howard'a yeterince destek veremediği gerekçesi ile başarısızlığın sorumlusu olarak gösterildi.

Suns günlerinde Nash'tan edindiği sağlıklı beslenme alışkanlığını Orlando'ya takas edilince Phoenix'te bıraktığını sanıyorum Hedo'nun. Şu anki görüntüsü Suns günlerinden 5-10 kilo fazlası olduğunu gösteriyor. Olimpiyat vizesi alınamadığı takdirde bu Hedo için son milli takım macerası olabilir. Neredeyse her yazını milli takımla geçiren Hedo'nun, ilerleyen yaşını da göz önüne alırsak yazları dinlenmek en büyük hakkı. Aslında o milli takımda uzun yıllar süren yıldız savaşlarında kazanan isim. 2005 Avrupa Şampiyonası'nda yaşanan kabus performanstan sonra 2006 Dünya Şampiyonası'na giden ve dünya 6.sı olan genç ekibe tekrar katılıp onlara liderlik etmesi istendi. Kadronun beklentisizliğin getirdiği rahatlıkla ve son yıllarda milli takımda çok az görülen paylaşma ve arkadaşlık duygusuyla elde ettiği başarıda eksikliği en çok hissedilen, oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluğu alabilecek ve kendi şutunu yaratabilecek bir saha içi lideriydi. Hedo 2005 krizinde tasfiye edilen ego'lardan takıma geri dönmeyi en çok hak eden oyuncuydu. Tüm takımın yerlerde süründüğü 2005 hariç çoğu şampiyonada takım dökülürken dahi ayakta kalabilen tek isim oldu. Nitekim onun takıma geri dönüşü ile birlikte önce 2009 Avrupa Şampiyonası'nda elde ettiğimiz önemli galibiyetler sonrasında da 2010 Finali geldi. Hedo'nun son misyonu ise milli takıma olimpiyat vizesi aldırarak milli kariyerini olimpiyatlar ile sonlandırmak.

Hedo'yu bizim için çok değerli kılan takıma yaptığı liderlikten çok sıkıntı çektiğimiz hücumlarımızı rahatlatabilecek bir oyuncu olması. Her ne kadar eski atletizminde olmasa da Hedo hala kendi şutunu yaratabilecek, el üzerinden şutlar atabilecek bir isim. Çok iyi bir pick n roll oyuncusu. İyi bir uzun mesafe şutörü. İhtiyaç duyulduğunda topu getirebilecek, point forward olarak özellikle Kerem'in sahada olmadığı dakikalarda çok eksikliğini duyduğumuz oyun zekası ve organizasyonu milli takım adına sahaya yansıtabilecek bir oyuncu. Tecrübe ile birlikte egosunu da ciddi derecede törpüledi.

Hedo ile ilgili sorun şu ki, o bir takım için ideal  lider tipi değil. Lider olmak için fazla duygusal yapıya sahip. İşler iyi gittiğinde çok sorun yok fakat işler kötü gittiğinde diğer arkadaşlarını ayağa kaldırabilecek yapıda bir oyuncu değil. Kötü zamanlarda içine kapanan bir yapısı var. Bu takım olarak bizim yapımızla çok aynı ve lider oyuncunun takım yapısı ile bu kadar aynı olmasının getirdiği dezavajları hep yaşadık. İyiyken çok iyi, kötüyken ise çok kötü olmamızda bu durumun çok etkisi var. Bu konuda Ömer Onan, Kerem Tunçeri de Hedo'dan çok farklı değiller.

Kabul etmemiz gereken gerçek ise onun iyi durumda olmasına, şutuna güveninin tam olmasına çok ihtiyacımız var. Ersan'la birlikte en istikrarlı skorerimiz yine Hedo olacaktır. Bir çok hücum, set istenildiği gibi gitmediğinde top yine onun elinde olacaktır. İstediği gibi başlayamadığı 2010 Dünya Şampiyonası'nda en ihtiyaç duyduğumuz anda ritmini bulmuştu ve o büyük başarıda çok etkili oldu. Benzer bir görevi bu şampiyonada da ondan bekliyoruz.

Ersan İlyasova: Sessiz, sedasız fakat oldukça başarılı bir şekilde geçirdiği sezonu, talihsiz bir sakatlıkla sekteye uğradı. Geçirdiği beyin sarsıntısı sonrası uzun süre forma giyemedi. Sezon sonlarına doğru döndü fakat eski Ersan'ı sahada göremedik. Yokluğunda değişen takım yapısı ve rotasyonun da etkisiyle fazla süre alamadan milli takıma geldi. Çok kötü bir hazırlık dönemi performansı sergiledi. En az Hedo kadar Ersan'ın da hücum performansına çok ihtiyacımız var. Soğukkanlı yapısı, eşleşme problemi yaratan hücum tarzı ve pota altından ekmeğini taştan çıkaran enerjisi ile Ersan bizim takımımız için eşsiz bir değer. Özellikle istikrarlı üretimi ikamesi en zor silahı. Portekiz ve Britanya maçları ile birlikte şut ritmini bulması ve kendine gelmesi şart. Aksi takdirde bu turnuva bizim için çok daha kısa sürebilir.

Ömer Aşık: Çok önemli bir çaylak sezonu geçirdi. Boozer'ın sakatlığı ile sezon başında kısıtlı süre alması beklenirken rotasyonun parçası oldu. All-Star arasına kadar Noah'ın da ameliyat olması ile sürelerini korudu. All-Star arasından sonra Noah'ın takıma dönmesi ile kısa bir süre dakikalarında ciddi azalma olsa da Kurt Thomas'ın tamamen rotasyon dışında kalması ve Noah'ın bir türlü istenilen ritmi bulamamasıyla birlikte tekrar rotasyonun parçası olmayı başardı. NBA'in en iyi savunmacı uzunlarından biri olduğunu tekrar tekrar ispatladı ve Bulls'un çok değerli bir parçası haline gelmeyi başardı. Çok çalışıyor ve ne kadar gelişim gösterdiğini bu şampiyonada cümle aleme gösterecektir. Ron Adams ile yaptığı uzun süreli çalışmaların karşılığını bu şampiyonada daha rahat alacaktır. Heat serisinde geçirdiği talihsiz sakatlık olmasaydı çok daha güçlü bir şekilde gelecekti milli takıma. Özellikle iyice toparlanmış olan kondüsyonu sakatlığı sonrası yine düşmüş görünüyor. Yardım savunması, screen'leri, hareketli devrilmeleri ile milli takımın en büyük pota altı değeri. Çok iyi bir turnuva geçireceğine eminim.

Kerem Tunçeri: Real Madrid kariyeri ile birlikte Kerem çok büyük gelişim gösterdi. Basketbol yetenekleri her zaman üst düzeydi fakat oyun kuruculuğun altını doldurmaya gerçek anlamda bu dönemden sonra başladı. Şu an milli takım için en önemli değerlerden biri. Saha içi organizasyonu sağlayan gizli lider. Onun sahada olmadığı dakikalarda son sürat yoldan çıkabiliyoruz. Öyle bir dağılıyoruz ki tanınmaz bir hale geliyoruz. Hazırlık kampı boyunca özellikle çok dağınık oynuyor olmamızda onun olmasını istediğimiz Kerem olamamasının etkisi çok büyüktü. Yaşadığı sakatlığın etkisinden tamamen kurtulmuş olmasını diliyorum. Kerem sağlıklı olmadıkça, 2005'ten çok farklı bir görüntü oluşmayacaktır.

Ömer Onan: Çok iyi bir dış savunmacı olmakla yetinmedi, önemli bir dış skorer de oldu. Kariyerinin son dönemlerinde bu kadar büyük gelişim göstermesi çok takdir gerektiriyor. Onun ekstra skor katkısına özellikle kritik maçlarda ihtiyacımız var. 2-1-2 alan savunması sırasında kısalara yaptığımız o müthiş baskıda da rolü büyük. Fenerbahçe Ülker ile iyi bir sezon geçirdi ve hazırlık kampında da iyi durumda göründü. Tek başına maç kazandıracak bir oyuncu değil ama galibiyette kilit rol oynayacak bir oyuncu haline geldi. Önemli sürelerde, önemli görevler onu bekliyor olacaktır.

Enes Kanter: Çok büyük bir yetenek. Muhteşem bir potansiyel. Bu turnuva onun için çok büyük bir şans. Hazırlık döneminde gittikçe iyiye gitti. İlk maçlardaki sudan çıkmış balık görüntüsünden sıyrılması önemliydi. Bu takıma yeni katıldığını ve takımdaki herşeyin onun için yeni olduğunu da unutmamak lazım. Ben Enes'in iyi bir turnuva geçireceğini düşünüyorum. Ersan gibi o da ekmeğini pota altından çıkarabilir. Müthiş ribaund sezgileri ile hücum ribaundlarında bize çok değerli katkılar yapacaktır. Savunmada daha soğukkanlı kalmalı ve yardım savunması konusunda da alacağı çok yol var. Fakat özellikle Semih Erden'in yoklduğunda, Enes'in pota altı üretimi, turnuva boyunca 8-10 sayılık 4-5 ribaundluk katkı yapması bizim için çok değerli olacaktır.

Emir Preldzic: İbrahim Kutluay milli takımı bıraktığından beri 2 numaradan ciddi bir skor katkısı alamıyor oluşumuz onu devşirmeye kadar giden bir arayışa itti bizi. Emir yetenekli bir oyuncu ve kendi şutunu yaratabilen nadir oyunculardan biri takımda. Ne kadar faydalı olabileceği ise ne kadar kontrol altında tutulabileceğine bağlı. Zaman zaman kahraman olmak adına çok fazlasını yapmaya çalışması takıma zarar verebilir. Özellikle takıma katılmasından bazı oyuncuların rahatsızlık duyduğu dedikodularının da kulağımıza geldiği şu günlerde soyunma odası ahengi için bir tehdit oluşturuyor Emir. Ancak kenar oyuncularımızın sahada olduğu anlarda onun hücum gücüne çok ihtiyacımız olacağı yadsınamaz bir gerçek. İyi bir turnuva geçirmesi bizim hangi noktaya gideceğimizi göstermesi açısından belirleyici faktörlerden biri olacaktır.

Sinan Güler: Ameliyatı sonrası eski formunu bulması ne kadar sürer bilemiyorum. Onun kenardan getirdiği enerji 2010'da bize çok büyük katkı yapmıştı. Bu turnuvada daha da çok ihtiyacımız olacaktır. Hem savunma yönünde, hem de hücum tarafında partinin ortasında içilen enerji içeceği etkisi yapıyor Sinan. Uzun mesafe şutlarını biraz daha istikrara soksa çok daha değerli bir parça haline gelebilir.

Ender Arslan: İki ucu keskin bıçak. Kontrolsüz bir enerji Ender. Bu bazen takımın ihtiyaç duyduğu adrenalin enjeksiyonu da olabiliyor. Treni raydan çıkaran etken de. Oyun kurucu olarak asla örnek gösterilecek bir isim değil. Yine sık sık Emir'i ve Hedo'yu, Kerem'in olmadığı anlarda top getirirken görebiliriz. Süre alamadığı için ayrıldığı Efes'ten geldiği Galatasaray'da istediği süreleri bulabilmesi için bu turnuva performansı kendisi için çok önemli.

Cenk Akyol: Hazırlık döneminin süpriziydi. Yıllardır patlaması bekleniyor. Bir turnuva daha bekler miyiz, yoksa bu turnuva o turnuva olabilir mi? Eğer bu turnuva o turnuva değilse, o formayı giymeye can atan gençler varken Cenk'in milli takım formasını giydiği son turnuva bu olsun.

Oğuz Savaş: Sağlıklı bir Semih kadroda olsaydı süreleri ciddi derece azalacaktı. Takımın uzun süredir bir parçası olması Enes'in sürelerinden biraz çalmasını sağlayacaktır. Ömer'in erken faul problemine girdiği maçlarda kritik görevler alacaktır. Ne kadar altından kalkabileceğinin cevabı ise kendinde saklı.

İzzet Türkyılmaz: Semih'in son dakikada kadrodan çıkarılması ile Doğuş yerine kadroda kalması yönünde tercihini kullandı Orhun Ene. Banvit'ten kendi oyuncusu olmasının da etkisi var tabii bu tercihte. Uzunlar faul problemine girmediği müddetçe önemli maçlarda süre alacağını sanmıyorum. Yerine Furkan Aldemir'in kadroda olması gerektiğini düşünenler çok. İzzet bir şekilde kritik bir maçta görev almak zorunda kalır ve iyi performans sergileyemezse o sesler Orhun Ene'yi çok sertçe eleştirecektir. Dileğim ise böyle bir durumun turnuva boyunca gerçekleşmemesi fakat uzayan turnuva ve sakatlıkları da göz önüne alınca her kadronun bin kere düşünülerek doldurulması gerektiğini unutmamak gerekir.

30 Ağustos 2011 Salı

12 Dev Adam v.2011



Basketbol Milli Takımı'mız bazı yönleriyle her sene yeni versiyonu çıkan bilgisayar programlarına benziyor. Bir versiyonda çok büyük sıkıntılar yaşatan eksikler giderilmiş oluyor, fakat bu kez memnun olduğuz bir özellik nedensizce çıkartılıyor. Bazı seneler versiyonu hiç tat vermiyorken bazı seneler insana "İşte Bu!" dedirtiyor. 12 Dev Adam'ın 2011 versiyonunda, çok memnun kaldığımız bir önceki versiyonun hangi özellikleri korunmuş olacak, ne yenilikler gelecek? Cevabını aradığımız sorular bunlar.

2010 Dünya Şampiyona'sında elde ettiğimiz ikincilik sonrası özellikle bizim için beklentiler bir hayli yüksek. Kötü bir hazırlık dönemi geçirdik fakat en büyük tesellimiz geçen sene de kötü bir hazırlık dönemi geçirmiş olmamız. Bir şekilde milli takımın grubun nispeten kolay sayılabilecek maçlarını da hazırlık kampının uzantısı şeklinde değerlendireceğini umuyoruz. Geçen seneki şampiyonadan bu şampiyonayı ayıran çok büyük bir fark var; Bu şampiyona Türkiye'de oynanmıyor.

Milli takım olarak en büyük iki başarımız olan iki finali de Türkiye'de düzenlenen şampiyonalarda oynadık. Bu bir tesadüf değil. Yapı olarak duygusal insanlarız ve seyirci etkisi diğer bir çok milleti etkilediğinden daha fazla etkiliyor bizleri. Dünya şampiyonası boyunca milli takımın savunma temelli bir oyun yapısında olması bu etkiyi maksimuma çıkardı. Çünkü tüm skiller, driller, setler, taktikler bir yana, savunma herşeyden fazla bir enerji işi. Kısaların müthiş baskı yaptığı 2-1-2 alan savunmamızın sırtına binip finale kadar yürüdük. O savunma baskısında, enerjisinde seyircinin ve duyguların payı çok büyüktü. Bu turnuvada en büyük eksikliğimiz bu enerji olacaktır.

Hazırlık maçları boyunca geçmiş yıllardan kalma büyük bir hastalığımız olan hücumda hareketsizlik ve bire bir oyunlar tekrar hortlamış gibiydi. Özellikle yardım savunması konusunda çok ciddi S.O.S verdiğimiz bu maçlarda savunmayı iyi yaptığımız dönemlerde dahi kolay sayılar bulamıyor oluşumuz da endişelenilmesi gereken başka bir nokta. Hücum tercihlerimiz ağırlıklı olarak pick n roll oyunları üzerine kurulu ve elimizde Ömer Aşık gibi müthiş bir perdeci varken bu çok eleştirilebilir bir durum değil. Fakat işler istediğimiz gibi gitmediğinde hücumu bir anda isolation oyunlarına çevirmekten başka bir çaremizin kalmıyor olması bizi sıkıntıya düşürebilir. Benzer şekilde Enes'i bu oyunlarda yeterince efektif kullanamadık. Enes'in Ömer kadar net perdelemeler yapamıyor olması kadar, perde sonrası devrilmekle, orta mesafe şutu atmak arasında kararsız kalıyor olması da bu durumda etken oldu. Ömer'in ve Semih'in tek tercihinin içeri devrilmek olması onları otomatikleştirdiği gibi oyun kurucularımızda da benzer bir otomasyon yaratmış durumda ve bu durum pick n pop oyunundan hiç verim alamıyor olmamıza neden oluyor. Uzun yıllar sırtı dönük oyunu olmayan uzunlarla oynamanın dezavantajlarını yaşadık. Bu konuda Enes bize biraz nefes aldırabilirdi ama o da maç eksikliğini ve heyecanını turnuva ilerledikçe üzerinden atmalı.

Hücumdan devam edecek olursak bizim için en önemli iki isim Hedo ve Ersan. Tüm kadroyu teker teker değerlendireceğim yazıda daha ayrıntılı olarak değineceğim fakat kısaca bahsetmek gerekirse her ikisinin de durumu şu aralar hiç umut verici değil. Özellikle Ersan hazırlık kampı boyunca çok düşük yüzdeli şut attı. İsteği, arzusu ve enerjisi istenilen seviyenin çok uzağındaydı. Hedo her zaman gerçek performanslarını resmi maçlara saklar ama onun da eski atletizminde olmadığını belirtmek lazım. Sıkışan hücumlarımızda kilidi açmak onun görevi olacak. Sahada lider konumunda da olan Hedo için bu son milli macera olabilir. Özellikle alınacak başarız bir neticeden sonra milli takımı bıraktığını açıklaması çok olası.

İşin savunma kısmı ise bizim için belirleyici olacak taraf. 2010'da savunmadan beslenen ve savunma ile başlayan hücumlarla, defolarımızı kapatmayı başarmıştık. Benzer bir performansa Litvanya'da da ihtiyacımız olacak. Hazırlık maçlarında çok ciddi S.O.S verdiğimiz bir diğer konu adam adama savunma olmuştu. Başarılı adam adama savunma yapabilmenin anahtarı yardım savunmasını ve savunma rotasyonunu şiir gibi uygulayabilmekten geçiyor. Biz özellikle yeni oyuncuların sahada olduğu dakikalarda bu konuda sınıfta kaldık. Bu eksikliğin ne kadarının kondüsyona bağlı olduğunu turnuva başladıktan sonra daha rahat göreceğiz. Bu konuda özellikle veteran oyunculara büyük görev düşüyor. Onların maçın başında tuttaracağı savunma sertliği ve arzu tonu, diğer genç yedeklere ilham verecektir. Teknik kadro ve oyuncular hazırlık döneminde takımın savunma yönünde iyi olduğuna dair açıklamalar yapmış olsalarda ben savunma seviyemizin 2010 seviyesinden çok uzakta olduğunu gördüm. Turnuvanın daha uzun süreceğini de göz önüne alırsak özellikle kolay geçmesini beklediğimiz maçlarda savunmada dinlenme psikolojisine girmek büyük tehlike olabilir. Portekiz maçından itibaren turnuvanın sonuna kadar 40 dakika aynı savunma enerjisini ve arzusunu göstermek bizim için olmazsa olmaz unsur. Aksi takdirde turnuva sonunda bir kez daha hücumlarımızın durağanlığını, eksik oyuncular olsaydıları konuşuyor oluruz.

Tüm bu etkenler bizi turnuvanın en bilinmez takımı yapıyor. Kadro kalitesi olarak finale gidebilecek bir takımız. Ancak özellikle büyük başarıların geldiği turnuvaların ardından gelen turnuvalarda aldığımız başarısız sonuçları da göz önüne alırsak bu turnuvada da hayal kırıklığı yaşamamız olası. Grubumuz da, çapraz grubumuz da şampiyona tarihine geçecek kadar zorlu. İspanya, Litvanya gibi turnuvanın favorisi iki takımın yanında grubumuzda canımızı sıkmaya aday Büyük Britanya da bulunuyor. Müthiş seyirci desteği arkasında olacak olan Litvanya'yı, turnuvanın açık ara en güçlü kadrosuna sahip İspanya'yı geçmek için eksta performanslara ihtiyacımız olacak. Çapraz grupla ise işimiz daha da zorlaşacak. 2001 ve 2010'da seyirci desteği ile, 2006'da ise beklentisizliğin getirdiği rahatlıkla gelen başarılar analiz edildiğinde 2011 için umudumuz kırılıyor. Ancak özellikle ilk iki maç bizim için resmi hazırlık maçları modunda geçer ve Litvanya maçında istediğimiz basketbolu oynayabilirsek, o zaman turnuvanın geleceğine daha umutla bakabiliriz. Aksi takdirde çeyrek finalden ötesi 12 Dev Adam için çok zor görünüyor.

Bir sonraki yazıda kadrodaki tüm oyuncuları tek tek değerlendiriyor olacağım. Böylelikle takımın daha net bir röntgenini çekmek mümkün olacaktır.

19 Ağustos 2011 Cuma

Michael Jordan vs. LeBron James


Doğu konferansı finalleri sonrası Scottie Pippen ateşi yakmadan çok önce, James daha genç bir liseliyken hakkında Jordan'ın skorerliği ve Magic'in pas yeteneğini almış bir oyuncu olduğu iddiaları dile getiriliyordu. Tabii ki Pippen'ın sayesinde 6 yüzük kazandığı çok yakın arkadaşını bir şampiyonluk dahi kazanamamış bir oyuncuyla kıyaslaması haliyle çok daha büyük bir tepki yarattı. Ancak her türlü seviyede basketbol platformunda karşısındaki aktör değişerek bu karşılaştırmalar yapılmaya devam edecek. Lokavt'ın getirdiği zorunlu arada ben de biraz bu konuya kafa yordum.

Teknik olarak değerlendirecek olsaydım Lebron'un daha iyi bir pasör ve daha iyi ribaundçu olduğunu, Jordan'ın post oyununun Lebron'la kıyas dahi götürmeyecek düzeyde olduğunu ve majestelerinin çok daha iyi bir skorer olduğu söyler işin içinden çıkardım. Ancak basketbol diğer bir çok spor gibi salt teknik ya da basketbol yetenekleri ile oluşan bir spor değil. Bu iki oyuncuyu birbirinden ayıran şeyler de basketbol yetenekleri dışında kalan unsurlar. Çünkü "greatest" ile "most talented" arasında çok ciddi farklar var.

Michael Jordan'ın basketbolunun temelinde yer alan mücadeleciliği dünya spor tarihinde eşi az bulunur bir motivasyon kaynağıdır. Lebron henüz genç bir liseliyken maçı ulusal kanallarda gösterilen, tüm ABD'nin peşinde koştuğu bir yıldızdı. Lebron'un aksine Jordan ilk yılında lise takımına dahi girememişti. Aslında Lise yıllarından çok daha önce motivasyon ateşinin ilk odunlarını abisi Larry Jordan atmıştı. Bire bir yaptığı maçlarda abisine sürekli yenilen MJ, bir yazda 10 cm birden uzadıktan sonra abisini yenmeyi de, lise takımına girmeyi de başardı. Ancak peri masalı başlamamıştı. Jordan üniversite yıllarında da kendisini ispat etmek zorunda kalacağı engellere takıldı. O meşhur son saniye şutu Jordan'ın kendi tabiriyle kariyerinde bir dönüm noktası olacaktı ancak değişmeyen bir gerçeği onu kariyerinin sonuna kadar neredeyse takip edecekti: tekrar tekrar kendini ispat etme isteği.

NBA'i kasıp kavuran bir yıldızken dahi önce savunma yapmamakla, sonra takım oyuncusu olmamakla ve tek adam şov olmakla, sonra 3 sayı atamamakla ve daha uzayıp giden bir listede bir çok şeyi yapamamakla suçlandı. Kariyeri boyunca her meydan okumayı kabul etti, daha iyi olmak için çalıştı. Yıllarca Pistons duvarına çarpıp geri döndüğünde pes etmedi, hep daha güçlü geldi. 1991 finallerinde ilk şampiyonluğuna ulaştığında da, 45 numaralı formasıyla MSG potalarına 55 sayı bıraktığında da, 39 derece ateşle Utah'ı yıktığında da içinde yanan ateşi körükleyen motivasyon aynıydı. Jordan kaybetmeyi asla kabullenemeyen, mücadeleciliği insanüstü bir sporcuydu. Tutkuyla sevdiği bu sporu en üst düzeyde yapabilmek için gerekli her türlü fedakarlığı yaptı.

Lebron James ise genç yaşta hali hazırda yıldız olarak adım attığı NBA'de beklenen bireysel başarıyı gösterdi. Fiziksel olarak zaten çok güçlü olan James, NBA basketboluna adapte olma konusunda herhangi bir sorun yaşamadı. James fiziksel olarak daha da güçlü hale geldi, daha iyi bir ribaundçu ve daha iyi bir savunmacı oldu. Ancak geçen yıllar boyu oyunu, fiziki üstünlüğü ve saf yeteneğinin getirdiklerinin ötesine bir türlü geçemedi. Jordan ilk emekliliği sonrası geri dönüp, play-off'larda Orlando tokatını yiyerek evine döndüğünde eski atletikliğinin olmadığını farkedip oyununun bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu anladı. Yaz boyu ağırlık çalışarak kas kütlesini arttırdı ve fade-away'lerini durdurulmaz bir silah haline getirmeyi başardı. Jordan ayrıca enerjisini çok daha akıllıca kullanmak adına takım arkadaşlarından daha fazla yardım alması gerektiğinin farkındaydı. Bu nedenle arkadaşlarını oyuna daha çok sokan bir oyun anlayışı geliştirdi. Lebron James kariyeri boyunca bir oyun kurucu gibi topu paylaşmayı seven bir oyuncuydu fakat ondan beklenen Jordan'ın aksine maçın sıkıştığı ve topun el yaktığı anlarda sorumluluk alması ve takımını sırtlamasıydı. Ancak Lebron sorumluluğu tek başına taşımak konusunda ilgiyi toplama konusunda olduğu kadar bencil olamadı.

Lebron, Heat'e olaylı geçişine kadar hep sevilen ve övülen bir isimdi. NBA zaten Jordan sonrası ligi sürüklemesini istediği bir velihat arayışındaydı ve James bu role tam uyuyordu. Ancak bu kariyerinin en erken yıllarından gelen takdir ve onaylama Lebron'un kişisel gelişimine çok büyük ket vurdu. Çok güçlü bir fiziği olmasına rağmen doğru düzgün post oyunu geliştirmedi, uzak mesafe şutlarını bir kademe yukarı çıkaramadı. Lisede 4 yakın arkadaş grubu içerisinde basketbol oynadığı günlere duyduğu özlemden olsa gerek, sorumluluğu tek başına üstlenmek istemedi ve yeteneklerini güney sahillerine taşıyarak Wade'in liderliğini yaptığı takıma katıldı. Aslında bu karar James için bir dönüm noktası olabilir. Çünkü lige katıldığından bu yana gittiği hemen her yerde sevgi gören, sürekli övgüler alan James ilk defa bu sezon düşmanca atmosferlerde maçlara çıktı. Yapamadıklarını görmezden gelinirken öncesinde, bu keze bire bin katılarak yer etti medyada. Ancak tüm bu dönüşüme rağmen halen her ne kadar bir takım haberler gelse de James'in bu dönüşümden Jordan benzeri bir motivasyon kaynağı yaratmayı başarıp başaramadığını görmeye fırsatımız olmadı.

Amerikalıların "Show me your rings, I'll show you my kings" söyleminin ötesinde ne bireysel ödüller, ne sayı krallıkları ve hatta ne de şampiyonluklar "greatest" söyleminin altını doldurmaya yetmiyor. Jordan'ı bir çok NBA efsanesinden ayıran en önemli özelliği hiç bir fiziksel anomalisi olmamasına rağmen oyunu domine edebilmeyi başarmış olmasıdır. Nitekim Lebron da fiziksel üstünlüğünün nimetlerinden bolca faydalanmış, parlayan saf yeteneklerinin ve fiziksel üstünlüklerinin üzerine koyma konusunda ise çok eksik kalmıştır. Jordan ise büyük elleri ve muhteşem sıçrama yeteneğine sahip olmasına rağmen hiç bir fiziksel yönü ile NBA'de benzersiz olmamıştır. Onu benzersiz kılan bitmek bilmeyen bir mücadele isteği, korkusuzca meydan okuması ve eşine çok az rastlanan kazanma isteğidir. Jordan Charles Oakley ile eğlence olsun diye yaptıkları masa tenisi maçını kaybetmesi üzerine, gizli gizli iki ay masa tenisi için özel ders alıp, Oakley'i iki ayın sonunda yenecek düzeye gelecek kadar kazanmaya kendini adamış bir karakterdir.

Sadece Lebron James için değil, diğer başka bir çok sporcu için Michael Jordan ile karşılaştırılmak büyük haksızlık. Sadece basketbolun değil tüm spor tarihinin gördüğü en güçlü zihin ve iradeye sahip bir isim MJ. Muhteşem basketbol yetenekleri benzersiz değildi, ancak sportif karakteri ile ışıldayan yeteneneklerini gözleri kör edecek düzeyde parlattı ve David Stern'in ifadesi ile basketbol mükemmelliğinin ölçü birimi haline geldi. Sadece kendini kazanmaya adamasıyla değil, oyunda yaptığı devrimle ve basketbola getirdiği yeni bakış açısı ile de benzersiz olduğu ispatladı. Jordan yıllar geçtikçe daha komple bir sporcu olup, oyununa yeni yönler eklerken James lige geldiği günkü oyunundan farklı bir oyun oynamıyor hala. Üstelik hiç bir şey kazanamamış olmasına rağmen MJ ile kıyaslanarak, bugün dahi hak etmediği bir övgüyü ve takdiri alıyor. 2010 play-off'larda Boston serisinde yaşananlardan ve 2011 finallerinde sergilediği performanstan sonra Lebron için "greatest" tanımlamasını kullanmak sadece MJ için değil, bu oyunun efsanesi bir çok isime yapılmış çok büyük haksızlık olur.