Navbarı Gizle / Navbarı Göster

Ana Menü

28 Eylül 2011 Çarşamba

Kısa Sezon Bulls'u Nasıl Etkiler?


NBA Lokavt'ında taraflar sıklıkla bir araya geliyor olsalar da henüz anlaşmaya yakın olduklarına dair bir belirti yok. Zaman hızla akarken geçtiğimiz hafta beklendiği üzere hazırlık kampı ve hazırlık maçlarının bir bölümü resmi olarak iptal edildi. Tüm sezonun iptal olması şu anki resimde uzak bir ihtimal, ancak 1999 lokavtında olduğu gibi kısa bir sezon olasılığı git gide artıyor. Peki kısa sezon Bulls'un avantajına mı olur, yoksa dezavantajlar mı yaşatır, bunlara biraz değinelim.

Öncelikle ilk akla gelen veteran takımların kısalan lig takviminden faydalanacağı olacaktır. 82 maç yerine 50 ya da 60 maç oynamak ilk bakışta bir avantaj gibi görünebilir. Ancak bu durum 82 maçlık takvim içerisinde 50-60 maç oynansaydı geçerli olabilirdi. Oysa lokavtın sebep olduğu kısalan takvim içerisinde bu maçları oynamak kümülatif sayıyı azaltsa da dar zamanda sık maç oynama açısından veteran takımlara avantaj değil aksine büyük dezavantaj yaratacaktır. Öyle ki 1999 lokavtına benzer bir takvim söz konusu olursa normal NBA takviminden daha sık aralıklarla maç yapmak zorunda kalacaktır takımlar. Daha fazla back to back ve daha maç yoğun takvim, yenilenmek için daha fazla vakte ihtiyacı olan veteran takımları zorlarken genç takımları ise öne çıkaracaktır. Bulls bu açıdan bakıldığında ligin şanslı takımları arasında. Çoğunluğu genç oyunculardan kurulu takım geçtiğimiz sezonda olduğu gibi kenar rotasyonunu da etkin kullanabilirse play-off'lara bir çok takımdan çok daha diri girecektir.

Daralan takvimin sonuçlarından bir diğeri ise bir hayli kısıtlanacak hazırlık dönemi olacaktır. Bu tüm takımları zor durumda bırakacak olsa da en çok yeniden yapılanma yoluna giden, koç değişikliği yaşayan takımları vuracaktır. Bulls bu takımlardan biri değil. Özellikle iyice kısalacak free agent pazarında zaten kısıtlı imkanları olan takımın major bir hamle yapamayacağını göz önüne alırsak geçen sezonki takımın büyük oranda korunacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik kısa hazırlık dönemi takımların hücum ritimlerini ve akıcıklıklarını sağlamaları açısından da dezavantaj yaratır. Bulls hücumunu geliştirmesi gerektiği için bu takımın aleyhine gibi görünebilir ancak daha kolay oturacak savunma düzeyi yine üst düzey olacaktır, bu da hücum akışkanlıklarını sağlamakta zorluk çeken rakiplere karşı önemli bir avantaj demek. Rakipler hücumlarını keskinleştirmekte sıkıntı yaşarken Bulls savunma tonunu erkenden üstlerde vererek bir kaç adım öne geçebilir.

Chicago şehri için kısa sezonun belki de en çok can yakacak kısmı ise free agent pazarının oldukça kısa sürecek olması. Bulls'un SG eksikliğini giderebilmesi için opsiyonları çok kısıtlı. Özellikle sıkılaşacak kurallardan sonra Bulls'un Rose'un kontratını yenileyebilmek için istediği manevra alanına sahip olabilmek adına kısa zamanda önemli bir adım atması mümkün değil. Bu da takımın geçen sezondan daha fazla hücuma, daha fazla yeteneğe ve daha fazla şut kabiliyetine sahip olamayacağı anlamına geliyor. Her ne kadar taraftar çok istiyor olsa da Boozer'ın normal bir free agent takviminde dahi takas edileceğini sanmıyorum. Kısa takvimde ise bu hiç olası değil. Dolayısıyla Bulls, Heat'i geçebilmek adına özellikle Boozer'ın sağlıklı ve yüzde yüzüyle sahada olmasına muhtaç durumda bir sezona daha hazırlıklı olmalı.

Kısa sezonun Bulls'u yaralayacağı başka bir kısım ise "tamamen duygusal". Bulls geçtiğimiz sezonda 21.791 kişilik ortalamasıyla en çok biletli seyirciye sahip takım oldu. Kulüp ürünlerinde de, diğer ekonomik gelirlerde de üst sıralarda. Kısa sezon, kısa takvim, kısa alışveriş demek, azalan gelirler demek. Tüm NBA lokavttan daha şimdiden büyük ekonomik zarar gördü, ancak özellikle büyük pazar takımlarının zarardan da aslan payını alıyor olduğunu unutmamak lazım. O büyük pazar takımlarından biri olan Bulls, onca başarısız sezondan sonra tam da önemli bir rüzgarı arkasına aldığı bir dönemde böyle bir duraklamadan yara alacaktır.  Her ne kadar beklenen CBA'ler bu durumu çok daha fazla etkileyecek olsa da bu yazıyı CBA ihtimallerini göz ardı ederek yazdığımı belirtmek lazım.

Ligin vaktinde başlayabilmesi için henüz deadline'ı aşmış değiliz ancak çok yaklaştığımız bir gerçek. Bugün bir anlaşma olsa dahi özellikle hazırlık döneminin kısalmasının garanti olduğunu göz önüne alırsak, bu tezlerin bir kısmının 82 maçlık bir takvim söz konusu olsa bile gerçekleşme ihtimali var. Tabii tek dileğim avantajları ve dezavantajları bir yana, en kısa zamanda anlaşmanın sağlanması ve en azından maçların vaktinde başlaması. Çünkü NBA basketbolunu çok özledim, çok özledik.

Sonuna kadar sabredenler için D-Rose'un son reklamı da hediye olsun.

11 Eylül 2011 Pazar

Veda Ettik...


Kötü oynadığımız maçı bir şekilde son topa kadar getirmeyi başardık. Ancak yine son topu kötü kullandık ve böylelikle turnuva boyunca oynadığımız 8 maçın 5'ini kaybederek, 2011 Eurobasket'e veda ettik.

Teodosic'in domine ettiği ilk yarıda, Enes ve Emir'in oyuna girmesi ile aldığımız kenar katkısı sayesinde maçtan tamamen kopmadan soyunma odasına gitmeyi başardık. 8 sayı geride çıktığımız üçüncü çeyrekte Ömer Onan'dan da 9 sayılık katkı aldık ve Enes'in de iki tarafta gösterdiği gayret ve enerji ile maça ortak olduk. Sırbistan'ın dar rotasyonu oyunun her iki tarafında da enerjilerinin düşmesine neden oldu ancak serbest atışlarda felaket kötü bir performans sergilediğimiz maçta bir türlü öne geçmeyi başaramadık. Üçlüklerde 17'de 3 isabet bulmamız bir turnuva klasiği olarak yine karşımızdaydı. Maçın başındaki ribaund farkı Sırbistan lehineydi fakat özellikle üçüncü çeyrekte Ömer Aşık ve Enes'in pota altında birlikte oynadığı dakikalarda bu farkı kapattık. Aldığımız hücum ribaundlarının yanında daha yüzdeli hücum ederek Sırbistan'ın savunma ribaundlarını da kısıtlamış olduk. Orhun Ene'nin özellikle Enes'i 4 numarada savunmakta çok problem yaşayan Sırbistan'a karşı bu ikiliyi daha uzun süre sahada tutması gerekiyordu. İkinci yarıda kısalarımız Sırbistan'ı top kayıplarına zorlayarak biraz momentum bulmamızı sağladılar fakat serbest atış çizgisinden almamız gereken üretimi bir türlü alamadık ve maç son topa kaldı. Turnuva boyunca genel resim bu topta da değişmedi. Çok sıradan bir dip çizgi setinden sonra Ender topu Ersan'a verdi. Ersan içeri yüklenmek için yeterli zamanı olmasına rağmen topu alır almaz geri çekilerek şutunu kullandı ve girmeyen topla maçı kaybetmiş olduk.

Hedo'nun 34 dakikada sadece 8 sayı üretebildiği maçta Ersan da 10 sayıda kaldı. Çok iyi performans göstermesine karşın Enes, sadece 17 dakika süre aldığı maçta 11 sayı 5 ribaund üretti. Uzun savunmasında sıkıntılı Sırbistan karşısında en az 25-30 dakika süre alması gerekirdi. Bu maçla bir kez daha emin oldum ki turnuvanın topsuz oyunu en kötü takımlarından biriyiz. Gerek kenar oyunlarında, gerekse topun oyunda olduğu anlarda topsuz oyuncularımız çok hareketsiz. Ömer Onan dışında topsuz oyunda rakibi koşturan, yoran, faul aldırabilen oyuncumuz yoktu. O hareketsizlik ve isteksizlik kendini en çok kenar ve dip çizgi oyunlarında gösterdi. Emir bir kez 5 saniye hatasına düştü, en az 4-5 topu da bu hataya düşmemek adına yanlış oyuncuya attık. Son topta da benzer sıkıntı nedeniyle Ender topu Ersan'a atmak zorunda kaldı. Oysa çok daha iyi bir oyunla, çok daha iyi bir son top kullanabilirdik.

Artık turnuva bizim için sona erdi. Turnuva genelini, koçu ve oyuncuları değerlendireceğim yazılar olacak. Bu turnuvada potansiyelimizin altında kaldığımız bir gerçek fakat sonucun çok da büyük sürpriz ya da hayal kırıklığı yarattığını söylemem. Çeyrek finalden ötesini bu milli takım için zor görüyordum. Oraya bile varamadık. Artık yeniden yapılanma zamanı. Tahmin ediyorum ki Hedo, Ömer Onan, Kerem Tunçeri, Kerem Gönlüm artık milli forma altında göremeyeceğimiz oyuncular olacaktır. Yeniden şekillenecek kadroyla birlikte Orhun Ene isminin de yeniden değerlendirilmesi şart. Kötü turnuva performansımızda onun yanlış seçimlerinin de etkisi büyüktü. Ayrıca teknik açıdan turnuvaya takımı iyi hazırlayamadığını düşünüyorum.

Gelecek için çok ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Elimizde Enes gibi dünya çapında büyük bir yetenek, Ömer Aşık gibi çok değerli bir uzun, Emir gibi geleceği parlak bir skorer, Ersan gibi (kötü bir turnuva geçirse de) çok değerli bir 4 numara var. Bu takıma katılacak potansiyeller var. Sakatlığı nedeniyle performans göstermemiş Sinan Güler ve turnuvaya hiç gelmeyen Semih Erden var. Önemli olan bu turnuvada düştüğümüz hataları tekrarlamamak ve milli takımda yeni bir sayfa açmaktır. O sayfaların nasıl açılmasını gerektiğini önümüzdeki günlerde bol bol konuşuyor olacağız.

9 Eylül 2011 Cuma

Hak etmedik... Hak etmiyoruz...


İnançsızlık... Organizasyonsuzluk... Formsuz oyun kurucular... Kısır setler... Hiç biri yerlerde sürünen hücumlarımızı anlatmaya yetmiyor. Bu maçı kazanmaya yakın taraftık. Daha kaliteli ve daha derin kadromuza rağmen Almanlara ilk çeyrek dışında diş geçiremedik. Ne kazanmayı hak ettik, ne de çeyrek finali hak edecek bir basketbol oynuyoruz.

Turnuva boyunca çok düşük yüzdeli attığımız üçlüklerin yanına bir de serbest atış çizgisinden 22'de 10 atınca zaten sıkıntılı hücumlarımız iyice krize girdi. Son bölümde Ömer Aşık'ın hücum ribaundlarını toplayıp pota altında bitirdiği toplar olmasa maç farklı da bitebilirdi. Kenardan ya da dip çizgiden top çıkardığımız oyunları bir kez daha çok etkisiz kullandık. Ömer Aşık'ın 3 saniye hücum süresi kalmışken dipten çıkan topta üç sayı çizgisinde topu alması, bir kez düştüğümüz 5 saniye acemiliğine ikinci kez düşmekten kaçıştan başka bir şey değildi. Bu seviyede basketbol için bunlar kabul edilemeyecek kadar basit hatalar ve bu hatalar milli takımımıza hiç yakışmıyor.

Orhun Ene'nin maç içi tercihlerinde ciddi hatalar olduğuna inanıyorum. Özellikle oyuna gerek oyuncu değişiklikleriyle, gerekse molalarla müdahale etmekte çok geç kalıyor. Aksayan 5'leri değiştirmekten kaçınırken, ritm bulmuş oyuncuları bir anda kenara alabiliyor. Kendi basketbol felsefesinde elbette bu tercihlerini dayandırdığı doğruları vardır ancak sonuç olarak baktığımızda o doğruların sahaya yanlışlar olarak yansıdığı yadsınamaz bir gerçek. Ribaundlarda 43-34'lük üstünlük kurduğumuz bir maçı kaybetmiş olmamız salt olarak kötü hücumumuzla açıklanamaz. Savunmada bölüm bölüm iyi seriler çıkarsak da 2010 seviyesinin çok altlarında olduğumuzu kabul etmeliyiz.

Tepede uzunları kullanarak yaptığımız perdelemeler artık istediğimiz sonuçları hiç vermiyor. Hücumlarımız çok kolay savunulabilir hale geldi ve bu noktadan sonra oyuncularımızın yaratıcılığına kalmış durumdayız. Enes'in pota altı üretimi hariç bu alanda istikrarlı bir üretimden uzağız. Hedo eski atletizminden ve şut ritminden uzak, Ersan da hücumda ordan oraya perde yapan bir role bürününce sayı bulmakta iyice zorlanır hale geldik. Nowitzki'ye aşırı konsantre olmuş savunmamız Schewthelm'in 3 üçlüğüne engel olmayınca bir kez daha son bölümde maç çevirmeyi başaramadık. Kritik hücumda artık işi birebir savunmalara bırakmamız gerekirken ikili sıkıştırma sonucu çevirilen top sol dipten bir üçlük olarak daha potamızda bitti ve iyi savunma yapması ile övündüğümüz takımımıza bu sayıları yemek hiç yakışmadı.

Maça dair iki olumlu isim vardı bizim adımıza. Biri pota altında tüm pislikleri temizleyen ve son bölümde bizi oyunda tutan Ömer Aşık, diğeri ise genç yıldızımız Enes Kanter. Özellikle Enes'in pota altında hem Nowitzki'yi hem de Kaman'ı çaresiz bırakan hücumları sadece 19 yaşında bir genç oyuncu için büyük bir güzellik. Enes'in pivot ayağı üzerinde dönerek sabırla yaptığı hücumlar, güçlü fiziği ile birleşince onu çok durdurulmaz yapıyor. Orhun Ene'nin çok etkili olduğu anda onu sahadan alması gecenin yanlış kararlardan biriydi bana göre. İkinci yarıda ona gelen ikili sıkıştırma da bizim için bir şans olabilirdi fakat onu sahada az tuttuk. Ersan'ın sürelerinden çalmaması için Orhun Ene onu 5 numara olarak da oynatıyor fakat 4 numaralar karşısında çok daha etkili olan Enes 5 numarada hem daha çok yoruluyor, hem de istediği hücumları gerçekleştiremiyor. Son olarak Ömer Aşık'ın sezonun ikinci orta mesafe şutunda isabet bulmuş olması da gözlerden kaçmamalı :)

Sadece maçtan maça değil maç içerisinde dahi çok dalgalanan bir oyun oynuyoruz. Fakat genel resme baktığımızda çeyrek finali hak edecek bir basketbol oynamıyor olduğumuz da bir gerçek. İlk gruptan mucizeden hallice çıkışımız bir kez daha tekrarlanır mı bilemiyorum. Ancak çok daha fazla kırılmış güvenimiz ve iyiden iyiye kaybolan takım havamızla bundan fazlasını beklemek hayalcilik olacaktır. 

6 Eylül 2011 Salı

İkiyüzlü Türkiye!


İspanya maçından sadece bir kaç saat önce bu turnuvanın bizim için artık bittiğini düşünüyordum. Büyük Britanya'nın turnuva başında hem Portekiz'i hem Polonya'yı yeneceğini iddia ettiysem de turnuvada dar bir rotasyona gitmeleriyle birlikte, bizi yenerek üst gruba çıkma şansını yakalamış bir Polonya'yı yenebilecekleri hakkında şüphelerim vardı. Kaldı ki Polonya yenilgisi ile edindiğimiz moral bozukluğuyla gruptan çıksak bile, üst grupta farklı yenilgiler alarak daha fazla azap çekeceğimizi düşünmüştüm. Bizi ancak Britanya galibiyeti sonrası gelecek bir İspanya galibiyeti havaya sokabilirdi ki, tüm ihtimaller içerisinde en düşük ihtimal de buydu.

Fakat sporun belki de en sevdiğimiz taraflarından birisi, olması çok düşük ihtimalli şeylerin beklenenden daha sık gerçekleşmesi. Pau Gasol'un sakatlık haberi ve Britanya'nın galibiyeti bir anda bize bir umut oldu. Gasol kardeşler ve Ibaka ile İspanya lehine olan pota altı dengesi, Gasol biraderlerden büyük olanının eksikliğiyle bizim lehimize değişti. Kısalarından Litvanya maçı hariç istediği verimi alamayan İspanya pota altında da dengeyi kaptırınca maç ortaya geldi.

Ender Arslan için turnuva başında iki ucu keskin bıçak yorumu yapmıştım. Dün bıçağın bizi değil rakibi kesen tarafı sahadaydı. Sadece hücumumuzu hareketlendirmekle kalmadı, Kerem'in turnuva boyunca çok aksadığı savunma tarafında da rakip kısaları çok rahatsız etti. Hala kabul edilemez hatalar yapıyor fakat dün ihtiyaç duyduğumuz enerji ve hareketliliği bizim adımıza sahaya yansıtan isim Ender'di. Ömer'in pota altında devleşmesi, Ersan'ın son bölümde ribaundları teker teker toplaması, Hedo'nun en kritik anda attığı üçlük... Tüm bunlar duygusal bir takım olmamızın bir sonucu. Polonya'yı savunmaktan aciz takım gitti ve yerine İspanya'ya dakikalarca sayı izni tanımayan ve tarihi bir seri ile maçı noktalayan bir takım geldi. Şüphesiz ki turnuva boyunca görmek istediğimiz takım buydu.

İspanya tarafında Gasol'un eksikliği büyük fakat maçın kaybedilmesinin tek nedeni değil. Litvanya maçının ilk yarısı dışında turnuva genelinde İspanyol guard'lar istenilen seviyede oynayamıyor. Ömer'i savunurken aldıkları faullerle faul problemine giren uzunlar da agresifliklerinden feragat etmek zorunda kalınca son bölümde biz sertliği kademeli olarak arttırırken İspanyollar vidaları git gide gevşetmek zorunda kaldılar. Belki de turnuvanın en değerli oyuncusundan mahrumken bu maçı kaybetmek onlar için kabul edilebilir fakat bu kadar iyi performans koydukları ilk gruptan rakipleri ile birlikte birer galibiyetle çıkmış olmak sonuç olarak hayalkırıklığı yaratmış olmalı. Bu yenilginin ikinci turda İspanyolları nasıl etkileyeceğini merak ediyorum doğrusu.

İkinci turda artık şakaya, hataya yer yok. Burada hiç bir şey telafi edilebilir değil. Çeyrek final için ilk dördün içine atmamız gerekiyor kendimizi. Taşıdığımız bu galibiyet altın değerinde olacak. İlk rakibimiz ise Fransa. Dün Sırbistan karşısında son yılların en zevkli maçlarından birini çıkartan Fransa maçı uzatmada kazandı ve ikinci tura yenilgisiz gelmeyi başardı. Tony Parker'ın sürüklediği takımda bizim çocuk Noah'da forma giyiyor. Batum, Diaw, Seraphin, Gelabale vs.. vs.. özetle Fransa çok atletik bir takım. Çok iyi hücum edemiyorlar ama atletizimleri sayesinde topladıkları hücum ribaundları ile kötü hücumlarını telafi ediyorlar. Ve çok iyi savunma yapıyorlar. Biz İspanya maçının son bölümünde yaptığımız savunmayı bu maçta 20-25 dakikalara çıkartabilirsek maçı kazanabiliriz. Özellikle şut konusunda sıkıntılı takıma karşı 2-1-2'yi sıklıkla kullanırken görebiliriz Ene'yi. Bu maçın bir diğer enteresan yönü de iki Bulls'lu pivot Ömer ve Noah'ı karşı karşıya getirecek olması. İki yakın arkadaş ilk kez bir resmi maçta birbirlerine rakip olacaklar ve maç boyunca da sık sık karşıya gelecekler. Dileğim Fransa karşısında alınacak bir galibiyetle iyice 2010 havasına girmemizdir.

4 Eylül 2011 Pazar

Yazık Ettik!


Yazık oldu diyemiyorum çünkü daha çok biz yazık ettik. İyi başladığımız turnuvada ufak bir Litvanya kazası yaşamışken, bugün herşeyi mahveden ikinci bir kaza yaşadık. Rahat geçmesini beklediğimiz maçı önce zora soktuk, sonra da kaybederek gruptan çıkma şansımızı zora soktuk.

Polonya tarzı takımlara karşı maça rehavet içinde başlamak maçı rahat götürmenizi engeller. Nitekim grubun ilk maçında İspanya bu hataya düşmüştü ve zor da olsa maçı kazanmayı başarmışlardı. Maçın başında takımın maça ortak olmasını engellemek lazım aksi takdirde dakikalar ilerledikçe oyuncuların özgüvenleri artıyor ve maçı kazanabileceklerine dair inançları artıyor. Aynı oranda da dirençleri artıyor. Özellikle Polonya için Litvanya maçı ile havasını kaybetmiş bir Türkiye hedef durumundayken. Nitekim biz de bu hataya düştük ancak biraz da hakemlerin maça etkisiyle İspanya'nın aksine kazdığımız çukurdan çıkmayı başaramadık.

Maçın başında aldığı iki erken faul sonrası savunmamızın demiri konumundaki Aşık kenara gelmek zorunda kalınca önemli bir savunma etkisinden olduk. Ömer pota altında uzun savunmasında olduğu kadar yardım savunmasında da çok etkili ve bu da genel takım savunmasını yukarı taşıyor. Ondan yardım gelmesine çok alışık kısalarımız yardım savunması konusunda henüz çok eksik olan Enes'e yapabileceğinden fazla savunma görevi yükleyince basit sayılar yemeye başladık. Özellikle kafa olarak maçta olmamamız nedeniyle bir çok kolay baskete izin verdik. Tüm sahayı geçen iki uzun pas, 3-4 tane back door cut'a inen paslar bize hiç yakışmayan kolay sayılar olarak potamızda bitti. Maç boyu savunma tonunu istediğimiz düzeye çekemedik ve Polonya gibi bir rakipten 84 sayı yedik.

Üçüncü çeyrekte özellikle Enes Kanter'in etkisi ile ağırlığımızı sahaya koymaya başlamıştık ki çeyrek sonunda hakemlerin üst üste verdiği hatalı kararlar bir anda hem arkamıza aldığımız rüzgarı kesti, hem serbest atışlarla aradaki farkın kapanmasına neden oldu, hem de son çeyrek öncesi tam da havlu atmak üzere olan Polonya'ya müthiş bir aşı oldu. Tabii ki hakemlerin kötü yönetimi etkili oldu fakat bu maçın kaybedilmesinin ilk sorumlusu o ana kadar bulmamız gereken farkı bulamamış olmamız nedeniyle yine biziz. Ancak bundan bağımsız olarak FIBA hakemlerinin bir maçın kaderi üzerinde bu kadar etkili olmasının da bir şekilde önüne geçilmesi lazım.

31-21 ribaund üstünlüğü kurduğumuz maçta yine felaket yüzdeyle üç atınca bu üstünlüğü skora yansıtamadık. Turnuva genelinde hakemler özellikle penetrelerde çok kolay fauller çalıyorken bu kadar dış şut kullanıyor olmamız da eleştiri konusu olmalı. Hedo, Emir, Kerem, Ersan ve hatta Onan'la topu potaya götürmeyi denememiz gerekiyordu. Savunma dengesini bozacak dirve and kick'leri de bu maçta pek göremedik. Hücumlarımız bir kez daha pick n roll ağırlıklı gitti ve içeri devrilen uzunlara pasları geçiremedik. Litvanya gibi Polonya da pick n roll savunmasına özellikle odaklanmış durumdaydı ve kaliteleri izin verdiği düzeyde bunu da iyi yaptılar. Devreye Enes'in sırtı dönük oyunu girdi fakat maç sonunda ondan da yeterince faydalanamadık. Hücum çeşitliliği istediğimiz düzeyde değildi fakat maçı bize kaybettiren başta değindiğim gibi hücumumuzdan çok, savunmamız oldu.

Bu yenilgi ile birlikte gruptan çıkma şansımızı çok zora sokmuş olmamız bir yana, gruptan çıksak dahi bu moral motivasyonla çıktığımızla kalırız muhtemelen. Bizi ancak yarın alınacak bir İspanya galibiyeti ihtiyacımız olan havaya sokar ama İspanya her ne kadar istediği düzeyde bir turnuva geçirmiyor olsa da grubun en güçlü takımı ve biraz sonra oynanacak maçta Litvanya'yı yenseler de yenilseler de bizim maça mutlaka kazanmak için çıkacaklar. Bizim çok güçlü olduğumuz pota altının turnuva genelinde belki de en güçlüsü durumda olan İspanya'yı yenebilmek için turnuva genelinde hiç oynamadığımız kadar ekstra oynamamız gerekiyor. Üstelik Polonya'nın Britanya'yı yarınki maçta bugün elde ettiği hava ve motivasyonla yenmemesi için hiç bir sebep yok. İddiası kalmamış bir Polonya'yı üzebilirdi belki Britanya ama zaten dar bir rotasyonla oynayan takım, gruptan çıkma hedefine kilitlenmiş bir Polonya karşısında çok uzun süre direnemeyecektir.

Bu kadar olumsuzluk içerisinde maça dair tek olumlu şey sanırım Enes Kanter'di. Enes'in özellikle post oyunu sırasında dip çizgiden yardım geleceğini sezince ortaya doğru stop yapıp tekrar dibe adım alarak bitirdiği pozisyonlara hayran kalıyorum. Bu hem akıl, hem zamanlama, hem de rakibi omzunuzla itmeniz gerektiği için güç gerektiren bir hareket ve bunların hepsi Enes'te var. Dünya çapında bir yıldıza dönüşebilecek bir potansiyeli var ve yaşının çok ötesinde bir basketbolu şimdiden oynayabiliyor. NBA'de geçireceği 2-3 yıl sonra nasıl muhteşem bir yıldıza dönüşeceğini izlemek Türk basketbolseverler için çok büyük bir keyif olacaktır. Keşke turnuvada daha ileri gidebilseydik de hem basketbolseverler onu daha uzun izleyebilseydi, hem de Enes bu tecrübeyi daha uzun süre yaşayabilseydi.

2 Eylül 2011 Cuma

Sonunu Getiremedik



Özellikle basketbolda dillerden düşmeyen bir terim vardır: "Ekol". Aslında herkesin ekolden anladığı farklıdır ve anlatmak zordur. Dün maçın belki de kaderini etkileyen bir kaç strateji ekolun ne olduğunu ve Litvanya'nın neden bu sınıfa girdiğini gösterir nitelikteydi.

Kadro kalitesi olarak Litvanya'dan üstün bir takımız. Kendi oyunumuzu doğru bir şekilde sahaya yansıttığımız müddetçe yenebileceğimiz bir ekip. Litvanya'nın bizi yenmek için bu kalite farkını kapatacak bir farklılık yaratması gerekiyordu. Ve bu sahaya özellikle iki yönüyle yansıdı. Hücum setlerimizin yoğunlukla pick n roll üzerinden gittiğini bilen Litvanya, esasen çok iyi bir savunma takımı olmamasına rağmen müthiş bir pick n roll savunması uyguladı. Perde geldiğinde uzunu çıkarttılar ve bu esnada arkada kalan oyuncu uzunlara direk inmesi muhtemel pası kesmek için pas arası rotasyonuna geldi. Biz topu uzuna indirmek için yan pası yaptığımız an tekrar adam değiştirerek hem oyunu bozdular, hem de hücum süremizden ciddi süre çalmayı başardılar. Böyle bir savunma tercihine karşılık yapılması gereken perdelemeyi kullanan oyuncunun uzunu üzerine aldığı an geri çekilerek rotasyonu ve geri adam değiştirmeyi engellemesiydi. Ve ne yazık ki biz bunu maç boyunca sadece bir kez Ender'in, Ömer Aşık'a indirdiği topla yapabildik. Litvanya'nın özellikle Ömer Aşık'ın adamını kullanarak yaptığı perdelemelerde ise Aşık'ın dışarı çok çıkmamasından dolayı sürekli perdenin altından geçmeye çalışarak Litvanya kısalarına bir sürü boş atış imkanı verdik. Maçın bitimine 2 dakika kala dahi bu stratejiyi sürdürmemiz çok büyük bir hata oldu.

İlk iki maçta göz çarpan bir diğer eksikliğimiz ise özellikle uzun topların uzağa düşen ribaundlarında kısalarımızın yeterli katkıyı verememesiydi. Litvanya bu eksiğimizi de çok iyi okuyarak kısalarını özellikle bu toplarda 3 sayı civarında dizerek, o topları hücum ribaundu olarak topladı. Elimizde Ömer Aşık, Enes Kanter gibi çok iyi ribaundçu oyuncular olmasına rağmen çok üst düzey uzunu olmayan Litvanya'ya karşı ribaundlarda 31-30 geride kaldık. Üstelik iyi savunma yapmamıza rağmen o hücum ribaundları potamıza sayı olarak döndü ve bu da maçı koparmamızı engelledi.

Hem Kerem'in, hem de Hedo'nun kötü gününde olması hücumda verimliliğimizi ciddi derecede kısıtladı. Bunda özellikle çeyrek sonlarında ve maç sonlarında çemberden uzaklaşarak kullandığımız şut tercihleri de çok etkili oldu. İçeri drive'larımızda temaslara kolay çalan hakemlerle düdükleri almamıza rağmen, kötü şut gününde olduğumuz bir maçta bunda ısrarcı olmamız gerekirdi. Emir, Hedo, Ender, Ömer Onan ve hatta Ersan ne zaman çembere gitse bir şeyler üretmeyi başardık ve çeyrek sonlarında potaya gitmekte kararlı olmamız en azından çizgiye gelmemizi sağlayabilirdi.

Maçla ilgili olumlu bir kaç şey var ve onlardan biri Ersan'ın kendini bulması. Onun istikrarlı üretimine önümüzdeki maçlarda da çok ihtiyacımız olacak. Ömer Aşık'ın da genel olarak iyi performans sergilemesi, Enes'in kendisinden beklenen katkıyı vermesi iyi sinyaller. Kendi seyircisi önünde Litvanya'yı yenmek önemliydi ve elimize gelen fırsatı kaçırdık diyebiliriz. Fakat turnuva devam ediyor ve önümüzde hala kazanılması gereken çok önemli bir İspanya maçı daha var. Pazar günü Polonya karşısında çok zorlanacağımızı zannetmiyorum fakat İspanya maçı da bu atmosferde geçecektir. Maçın analizini iyi yaparak hataları belirlemek ve defoları turnuva ilerlerken kapatmak zorundayız. Aynı zamanda Litvanya gibi rakibe karşı farklı tercihler, rakibin zaaflarından yararlanacağımız stratejiler üretmemiz gerekiyor. 

1 Eylül 2011 Perşembe

Geliyoruz Litvanya!


Zorlu geçmesini beklediğim Britanya engelini yine muhteşem savunmamız sayesinde rahat geçtik. Maça damgasını asistlerde yaptığımız 24'e 5'lik fark vurdu. Hazırlık döneminin aksine topu çok iyi paylaştık ve maç boyu iyi organize olmayı başardık.

Önce Deng üzerinden oynadığımız pick n roll'ler, sonrasında da drive n kick'ler sonrası gelen üçlüklerle maçın başında hücumumuzu rahatlattık. Hedo'nun erken iki faulü sonrası oyuna giren Emir çok etkili olmayı başardı ve zaman zaman 2-1-2 alan, zaman zaman da adam adama yaptığımız savunmamızla maçı erken koparmayı başardık. Britanya'nın dün son bölüme kadar başabaş giden bir maçı dar rotasyonla oynaması, bu maçta onları sıkıntıya düşürdü. Özellikle faul problemine girmemek adına agresifliklerinden ödün vermek zorunda kaldılar. Deng'in düne oranla daha az etkin olması hücumda çok opsiyonsuz kalmalarına neden oldu. Ömer'in nefis savunması zaten malum, ancak özellikle Enes'in de pota altında bu kez çok daha doğru savunma yapması işimizi kolaylaştırdı.

Dünya şampiyonasında olduğu gibi bu turnuvada da görünen o ki, erken güven bulduğumuz maçlarda hücumumuz giderek yükseliyor. Savunma temelli bir takım olmamız böyle maçları daha rahat almamızı sağlıyor. Bu tarz takımların güvenini erken kırmak ve maç direncinden uzaklaştırmak maçın kalanı için büyük avantaj. Portekiz maçında olduğu gibi bu maçta da Orhun Ene rotasyonu çok iyi ayarladı. Dağılan dakikalar sayesinde Litvanya maçına diri çıkma şansına sahibiz. Enes ve Emir'in kenardan yaptıkları muazzam katkıyı istikrarlı bir şekilde turnuvaya yaymayı başarabilirsek, ilerlemememiz için hiç bir sebep yok.

Britanya'nın 11 üç sayıda sadece 1 isabet bulmaları onlar için öldürücü oldu fakat bazı şutların çok boş olması yarın için bir uyarı olmalı. Litvanya çok şutör bir takım ve savunma dengemizi bozmaya çok müsait bir oyun yapıları var. Yarın önceliğimiz Litvanya'nın hücumlarını durdurarak oyun yapılarını bozmak olmalı. Litvanya çok iyi bir savunma takımı değil ve hücumda topu böyle paylaşmaya, doğru şutu bulmada israr etmeye devam edersek çok sorun yaşayacağımızı zannetmiyorum. Bizim için asıl tehlike maçı siz atın biz atalıma döndürmek olacaktır. Savunmada mutlaka sertlik göstererek, önceliği Litvanya'yı durdurmaya vermeliyiz.

Bir maç daha turnuva bizim için başlayamadı ama bu son olacaktır. Yarın gerçek gücümüzü görebilmek ve turnuvada nereye kadar gidebileceğimizi ufaktan belirlemek adına çok önemli bir maça çıkacağız. Litvanya karşısında kazanmak grup içindeki yerimiz için olduğu kadar vereceğimiz mesaj açısından da çok önemli. Turnuvanın favorileri arasında gösterilen Litvanya kendi seyircisi önünde bu maça çok hazır çıkacaktır fakat savunmamızı bu seviyede yapmaya devam eder, hücumda topu paylaşmayı sürdürürsek onları yenmememiz için hiç bir sebep yok.

Portekiz Kıvılcımıyla Ateşi Yaktık


12 Dev Adam 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda ilk maçında Portekiz'i rahat geçti. Tüm turnuvanın en zayıf ekiplerinden biri görünümünde olan Portekiz'le ilk maçı oynamak bizim için büyük bir şanstı, biz de o şansı iyi kullandık.

Maça tutuk başlasak da ısındıkça istediklerimizi sahaya yansıtmayı başardık ve farkı açarak rahat bir galibiyet aldık. Özellikle hazırlık dönemi boyunca hücumdaki organizasyonsuzluğumuzdan uzak bir görüntü sergilememiz umut vericiydi. Savunmanın başarısı kadar Portekiz hücumlarının başarısızlığı ve kadronun kısıtlı yapabilirlikleri de farkta önemli rol oynadı. Orhun Ene'nin rotasyonu çok başarılı bir şekilde sahaya yansıtması, grubumuzdaki diğer güçlü rakiplerimiz İspanya ve Litvanya'dan farklı olarak ilk maçtan çok yıpranmamızı engelledi. En çok süre alan oyuncumuzun (Enes Kanter) sahada sadece 22 dakika kalmış olması önümüzdeki çok daha zorlu maçlar öncesi, uzun turnuvada diri kalabilmemiz açısından önemli.

Bu maça dair bizi en çok sevindiren unsurlardan biri Enes'in başarılı performansı oldu. Uzunları çok kısıtlı Portekiz'e karşı çarkın dişlilerinden biri olma yolunda büyük bir adım attı Enes. Kendi güveninden çok takımın ve koçların ona olan güvenini arttırması ve Enes'i oyun planımızın önemli bir parçası yapmaktan geri durmamaları açısından dün gösterdiği performans çok değerliydi. İzzet de dahil tüm oyuncularımızın süre aldığı ve hepsinin sayı bulduğu bu maç, bizim için resmi bir hazırlık maçı niteliğindeydi. Evet, Portekiz ciddi derece zayıf bir rakip fakat bizim ilk maçtan kafalarda soru işaretleri bırakacak zorlu bir rakipten çok güven aşılayacak bir galibiyete ihtiyacımız vardı ve o galibiyeti de doğruları yaparak elde ettik.

Düne dair tek olumsuz sinyal Portekiz gibi kısa bir takıma karşı ribaundlarda 42-38 geride kalmış olmamız. Portekiz 16 hücum ribaundu almayı başardı ki bu ribaundların çoğu uzak mesafe şutlarından gelen ve uzağa düşen toplardı. Bu noktada görev uzunlarımızdan çok kısalarımıza düşüyor. Özellikle Britanya karşısında kısalarımızın mutlaka ribaund katkısı vermesi gerekiyor.

Savunma yönünde çok fazla bir öngörü yapmak mümkün değil. Portekiz savunmamızı test edecek kalibrede bir takım değil. Maç boyu adam adama savunma yaptık. Dünya şampiyonasında çok etkili uyguladığımız baskılı 2-1-2'yi Litvanya maçına kadar göremeyebiliriz. Tanjeviç'in imdat çekici olan bu savunmayı Orhun Ene'nin ne kadar tercih edeceğini ise merak ediyorum doğrusu.

Bizim için turnuva bugün başlıyor diyebiliriz. Britanya bizim yakından tanıdığımız Luol Deng'in sürüklediği bir takım. Kısıtlı bir rotasyonla mücadele ediyorlar. Deng dün 40 dakikanın tamamında sahada kaldı. Bulls'da da yaklaşık 40 dakika ortalama ile oynuyor fakat Britanya'da oynadığı kadar yoğun oynamıyor bu 40 dakikayı. Dün maçı 25 sayı 10 ribaund 4 asist 2 blok ile tamamladı fakat düşük yüzdeli şut attı. Çoğu zaman aldığı ribaund sonrası topu sürerek hücuma gelip savunma yerleşmeden bitirmeye çalışıyor. Bir çok hücumu da tepede potadan uzak aldığı topları bire bir oynayarak sayıya çevirmeye çalışıyor Deng. Savunmada Hedo, Ersan ve Emir'i değişmeli olarak ona vererek elimizden geldiğince yıpratmalıyız onu. Bir şekilde yine 20'li sayıları bulacaktır fakat önemli olan Deng'den çok diğerlerini iyi savunmak. Yük dün Litvanya maçında olduğu kadar Deng'in üzerinde olursa, bize karşı da galibiyet almaya yetmeyecektir bu. Britanya'nın beni asıl endişelendiren yönü ise agresif ve sert savunmaları. Litvanya hücum organizasyonlarını ciddi şekilde bozmayı başardılar bu savunmayla. Son çeyrekte gelen üçlük yağmuru olmasaydı maç ciddi krize girmişti Litvanya için. Bugün daha yorgun ve daha yıpranmış olmaları bizim için bir şans, fakat Britanya'nın yabana atılmayacak bir takım olduğunu da unutmamak lazım.