Navbarı Gizle / Navbarı Göster

Ana Menü

6 Eylül 2011 Salı

İkiyüzlü Türkiye!


İspanya maçından sadece bir kaç saat önce bu turnuvanın bizim için artık bittiğini düşünüyordum. Büyük Britanya'nın turnuva başında hem Portekiz'i hem Polonya'yı yeneceğini iddia ettiysem de turnuvada dar bir rotasyona gitmeleriyle birlikte, bizi yenerek üst gruba çıkma şansını yakalamış bir Polonya'yı yenebilecekleri hakkında şüphelerim vardı. Kaldı ki Polonya yenilgisi ile edindiğimiz moral bozukluğuyla gruptan çıksak bile, üst grupta farklı yenilgiler alarak daha fazla azap çekeceğimizi düşünmüştüm. Bizi ancak Britanya galibiyeti sonrası gelecek bir İspanya galibiyeti havaya sokabilirdi ki, tüm ihtimaller içerisinde en düşük ihtimal de buydu.

Fakat sporun belki de en sevdiğimiz taraflarından birisi, olması çok düşük ihtimalli şeylerin beklenenden daha sık gerçekleşmesi. Pau Gasol'un sakatlık haberi ve Britanya'nın galibiyeti bir anda bize bir umut oldu. Gasol kardeşler ve Ibaka ile İspanya lehine olan pota altı dengesi, Gasol biraderlerden büyük olanının eksikliğiyle bizim lehimize değişti. Kısalarından Litvanya maçı hariç istediği verimi alamayan İspanya pota altında da dengeyi kaptırınca maç ortaya geldi.

Ender Arslan için turnuva başında iki ucu keskin bıçak yorumu yapmıştım. Dün bıçağın bizi değil rakibi kesen tarafı sahadaydı. Sadece hücumumuzu hareketlendirmekle kalmadı, Kerem'in turnuva boyunca çok aksadığı savunma tarafında da rakip kısaları çok rahatsız etti. Hala kabul edilemez hatalar yapıyor fakat dün ihtiyaç duyduğumuz enerji ve hareketliliği bizim adımıza sahaya yansıtan isim Ender'di. Ömer'in pota altında devleşmesi, Ersan'ın son bölümde ribaundları teker teker toplaması, Hedo'nun en kritik anda attığı üçlük... Tüm bunlar duygusal bir takım olmamızın bir sonucu. Polonya'yı savunmaktan aciz takım gitti ve yerine İspanya'ya dakikalarca sayı izni tanımayan ve tarihi bir seri ile maçı noktalayan bir takım geldi. Şüphesiz ki turnuva boyunca görmek istediğimiz takım buydu.

İspanya tarafında Gasol'un eksikliği büyük fakat maçın kaybedilmesinin tek nedeni değil. Litvanya maçının ilk yarısı dışında turnuva genelinde İspanyol guard'lar istenilen seviyede oynayamıyor. Ömer'i savunurken aldıkları faullerle faul problemine giren uzunlar da agresifliklerinden feragat etmek zorunda kalınca son bölümde biz sertliği kademeli olarak arttırırken İspanyollar vidaları git gide gevşetmek zorunda kaldılar. Belki de turnuvanın en değerli oyuncusundan mahrumken bu maçı kaybetmek onlar için kabul edilebilir fakat bu kadar iyi performans koydukları ilk gruptan rakipleri ile birlikte birer galibiyetle çıkmış olmak sonuç olarak hayalkırıklığı yaratmış olmalı. Bu yenilginin ikinci turda İspanyolları nasıl etkileyeceğini merak ediyorum doğrusu.

İkinci turda artık şakaya, hataya yer yok. Burada hiç bir şey telafi edilebilir değil. Çeyrek final için ilk dördün içine atmamız gerekiyor kendimizi. Taşıdığımız bu galibiyet altın değerinde olacak. İlk rakibimiz ise Fransa. Dün Sırbistan karşısında son yılların en zevkli maçlarından birini çıkartan Fransa maçı uzatmada kazandı ve ikinci tura yenilgisiz gelmeyi başardı. Tony Parker'ın sürüklediği takımda bizim çocuk Noah'da forma giyiyor. Batum, Diaw, Seraphin, Gelabale vs.. vs.. özetle Fransa çok atletik bir takım. Çok iyi hücum edemiyorlar ama atletizimleri sayesinde topladıkları hücum ribaundları ile kötü hücumlarını telafi ediyorlar. Ve çok iyi savunma yapıyorlar. Biz İspanya maçının son bölümünde yaptığımız savunmayı bu maçta 20-25 dakikalara çıkartabilirsek maçı kazanabiliriz. Özellikle şut konusunda sıkıntılı takıma karşı 2-1-2'yi sıklıkla kullanırken görebiliriz Ene'yi. Bu maçın bir diğer enteresan yönü de iki Bulls'lu pivot Ömer ve Noah'ı karşı karşıya getirecek olması. İki yakın arkadaş ilk kez bir resmi maçta birbirlerine rakip olacaklar ve maç boyunca da sık sık karşıya gelecekler. Dileğim Fransa karşısında alınacak bir galibiyetle iyice 2010 havasına girmemizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder