Navbarı Gizle / Navbarı Göster

Ana Menü

26 Aralık 2011 Pazartesi

Buzzer Beater Block


22-34-12-20. Bulls'un noel gecesi Lakers karşısında oynadığı açılış maçında çeyrek başına bulduğu skorlar. İlk devrede bulduğu 56 sayı ne kadar umut verici idiyse, ikinci yarı boyunca bulunan 32 sayı da o kadar endişe vericiydi. Bulls eksik ve yenilenen Lakers karşısında bölüm bölüm farklı performans sergilediği maçı, bir kez daha savunması sayesinde kazandı. Bir çok takım için buzzer beater ile maç kazanmak normal sayılabilecekken, Bulls için buzzer beater bir blok ve yukarıda gördüğümüz resim normal sayılmalı.

Doğrusunu söylemek gerekise Bulls'un bu maçı rahat kazanmasını bekliyordum. Lakers çalkantılı yaz döneminden güç kaybederek çıktı ve Bynum'un cezası nedeniyle sahada olmayacağı bir maçta Bulls pota altının çok üstün geleceğini öngörüyordum. Kötü hücum etse bile Bulls, alacağı hücum ribaundları sonrası bulacağı ikinci şans sayılarıyla skor yapmakta çok sıkıntı çekmez gibiydi görüntü. Üstelik iki takım arasında bench farkı da vardı ve Kobe ne kadar sakattı bilinmez ama %100'ünde olmayacağı aşikardı. Ancak maç genelinde tablo farklı oldu. Lakers pota altı ligin belki de en iyi uzun rotasyonuna sahip Bulls uzunlarıyla beklediğimden iyi başa çıktı. Ribaundlarda 42-41 Lakers üstünlüğünün yanı sıra, kenar sayılarında da 29-13 Lakers önde tamamladı maçı. Kobe sakatlığı nedeniyle zaman zaman topa hakim olmakta güçlük çekse de (8 top kaybı) şut atarken pek rahatsız görünmüyordu ve maçı da 28 sayıyla noktaladı.

Maç boyunca pota altında Gasol ve McRoberts beklentilerimin üzerinde bir sertlik gösterdiler. Koç Brown Boozer'ın üzerine Gasol'u vererek, Gasol'un uzun kollarının avantajını kullanmak istedi. Boozer nispeten iyi bir maç çıkarsa da Noah hücumda oldukça kötüydü ve 12 şutunda sadece 3 isabet bularak 6 sayıda kaldı. Geçtiğimiz sezon Bulls özellikle üçüncü çeyreklerde savunma dozajını artırıyor ve başabaş giden maçları bu çeyrekte kopartıyordu. Geriden geldiği maçlarda ise bir çok geri dönüşü üçüncü çeyrekte gerçekleştirmişti. Ancak dün gece çok farklı bir tablo vardı. Bulls üst üste şutlarında isabet bulamazken potaya gitme konusunda da bir hayli cimri davrandılar Orta mesafe şutlarla zaten kötü şutör olan takım isabet bulamayınca hücumlar ciddi krize girdi. Bulls'un ayrıca maç boyunca yaptığı çok basit top kayıpları bu çeyrekte hızlı hücum olarak potasına dönmeye başlayınca ilk yarıda elde edilen avantaj kaybedildi. 

Lakers bir ara farkı 11 sayıya kadar çıkardı ancak Bulls'un geri gelmek için istediği şansı Gasol'un ve McRoberts'ın üst üste kaçırdığı serbest atışlar verdi. Maç sonunda Thibs'in Kobe'ye faul yapmadan önce ikili sıkıştırma getirme fikri 1 sayı gerideyken Bulls'a bir hücum şansı kazandırdı. Rose, Deng'in stepsin kıyısından döndüğü (belki de dönemediği) pozisyonda aldığı pasla top soluna sürdü. Karşısındaki Fisher'ı crossover ile geçti ve sağından ortaya sürdüğü topu imza şutlarından bir floater ile Gasol'ün üzerinden çembere gönderdi. Lakers'ın Kobe ile son bir şansı daha vardı ancak Kobe topu pota altında sürmeyi tercih edince üç Bulls'lu arasında kaldı ve o kalabalıktan Deng'in topu bloklamasıyla maçı Chicago kazanmış oldu.

Ne kadar eksik de olsa, değişmiş de olsa Lakers'ı kendi sahasında, dünyanın gözlerinin üzerinizde olduğu bir maçta yenmek güzel ve önemli. Ancak Bulls'un bu maçta bazı konularda kafalarda ciddi soru işaretleri bıraktığına göz ardı etmemek lazım. Top kayıpları geçen sene olduğu gibi bu sene de bir sorun olarak ortada duruyor. Hücumda zaten sıkıntı yaşayan takım bir de basit top kayıpları yapınca hem yaptığı hücum sayısı azalıyor, hem de o top kayıpları kolay basketler olarak potaya dönüyor. Her ne kadar sayı olarak 14 kabul edilebilir gibi görünse de dün gece maçı izleyenler en az 5-6 top kaybının hiç bir savunma baskısı olmadığı pozisyonlarda, kötü paslar nedeniyle ve hatta Bulls hızlı hücuma çıkarken geldiğini görmüşlerdi. Yeni transfer Rip Hamilton faul problemi nedeniyle çok fazla süre alamadığı maçı sadece 6 sayıyla tamamladı ancak gelişinin yarattığı asıl sıkıntı rotasyonun kayması oldu. Kobe'nin sahada olması Brewer'ın dakikalarını mutlaka artırmıştır ancak Korver'ın sadece 10 dakika sahada kalması ve hücumda en çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda sahada Brewer'ın olması Bulls'un sezon içerisinde çözmesi gereken önemli bir problem. Hamilton'ın faul problemi ve Kobe'yi savunma önceliği bunda etkili olmuş olabilir ancak özellikle sahadaki 5'li kombinasyonları ufak dengelerle büyük sonuçlara neden olma özelliğine sahip olabiliyor. Bulls'un ayrıca kötü şut attığı anlarda mutlaka potaya gitmesi şart. Rose dün üç sayı çizgisinin gerisinden 4 isabet bulsa da potaya gitme konusunda geçen sezona göre biraz daha çekimser olduğunu, topu dağıtma konusunda daha istekli olduğunu görmek mümkün.

Lakers'lıların dün kaybedilen maça üzülmemeleri mümkün değil ancak özellikle genç oyuncuların performansından bir hayli memnun kaldıklarını tahmin ediyorum. McRoberts Odom'un sunduklarını sunabilecek bir oyuncu değil ancak atletizmi ve enerjisi ile daha farklı şeyler sunabiliyor. Bynum'un iyileşmesi sonrası kenardan gelecektir ve 4 numarada Lakers'a önemli bir enerji katacaktır. Steve Blake dün kenardan gelip 12 sayı buldu ve Fisher'ın bir hayli formsuz olacağı başlangıç bölümünde onun katkısı Lakers için çok önemli. Özellikle 3 sayının gerisinden istikrarlı bir şekilde isabet bulabilirse Kobe'ye de alan açma konusunda yardımcı olabilir. Meta World Peace'in en az 10 kilo fazlasıyla hareket dahi ederken zorlandığı Lakers kadrosunda çaylak yılından yeni çıkan Ebanks üç numarada ilk 5'teydi ve L.A. dün sadece 9 kişiyle sahadaydı. Üstelik çaylak Goudelock sadece 12:36 dakika süre aldı. Kadrosu artık yaşlanan Lakers için yoğun maç takvimi büyük sıkıntı yaratabilecek bir tehlike olarak duruyor. Her ne kadar rotasyon genişleyecek olsa da Lakers'ın yedeklerini çok uzun sürelerle sahada tutma lüksü yok. Ayrıca Brown'ın yedeklerle ilk 5'i harmanlayarak sahaya yayması şart. Lakers kenarı tümüyle sahada kaldığında birbirini tanımayan ve aslında çok da iyi tamamlamayan bir 5 oluşturuyorlar.

Aylar süren lokavt sonrası basketbola kavuşmak eşsiz bir keyif. Ve artık bu keyif katlanarak devam edecek. Bulls sezona iyi bir başlangıç yaptı ve keyfimiz gibi performansının da katlanarak devam etmesini umuyorum.


25 Aralık 2011 Pazar

Sourhoops Yayında!


Sözlükten aldığım bir mesajla başlayan serüven dün gece geç saatlerde meyvesini verdi ve NBA portalı Sourhoops.com açıldı. Türkiye'de NBA seven ve izleyen oldukça geniş bir kitle olmasına rağmen Türkçe içerikli portal sayısı bir hayli az. Üstelik var olanların çoğunda yorumdan çok haber yazıları mevcut. Sourhoops bu ihtiyaçtan doğmuş bir site. Fikir babası Can Yılmaz'ın sözlükte NBA yorumlarını okuduğunu yazarları bir araya getirme fikri ile ortaya çıktı. Sitenin henüz eksiği çok. Zamanla eksikleri giderilecek, daha da geliştirilecektir. Ben de sitede Takım Raporları bölümünde Chicago Bulls'un yazılarını yazıyor olacağım. Sitede Ekşi Sözlük'ten tanıdığınız bir çok yazarın yanısıra NBA TV spikeri ve yorumcusu Orkun Çolakoğlu da Lakers yazıları ile yer almakta. İlerleyen günlerde Kaan Kural da siteye katkıda bulunuyor olacak.

Başlangıçta siteyle blogun bir arada yürümesinin zor olacağını düşünüyordum. Bazı şeyleri tekrar etme zorunluluğu olacaktır ve konu Bulls iken tek bir yere konsantre olmanın daha iyi bir fikir olacağı kanısındaydım. Ancak blogdaki özgürlüğüm ve sınırsızlığımın verdiği imkanı başka bir yerde bulmam mümkün değil. Sourhoops yazılarını güncel tutacağım gibi bloga da yazmaya devam edeceğim. Belki biraz Bulls dışına çıkıp diğer takımlarla ilgili değerlendirmelerime Bogasketbol.com'da yer verebilirim. 

Umarım uzun soluklu bir site olur. Herkese hayırlı olmasını dilerim. Keyifli okumalar...

12 Aralık 2011 Pazartesi

Aranan Kan Richard Hamilton Mı?



Henüz resmileşmemiş olsa da görünen o ki Bulls'un iki numara tercihi Richard Hamilton olacak. Bir süredir konuya değinmek için işin resmileşmesini bekliyordum ancak sabah gelen bir okur sorusu ile vaktin geldiğini anladım:

"Selamlar,Hamilton un bulls a gelmesi konusunda düşüncenizi merak ediyorum.Bence sizinde belirttiğiniz konular ışığında kısa dönem için 2 numara açığını kapatabilecek bir transfer.Tabi büyük bir çoğunlukta Bulls un çok büyük hata yaptığını düşünüyor.Bakalım kim haklı çıkacak ?"

Kaan Genç

Açıkçası en başından beri Rip Hamilton'ın gelmesini istemiyordum. Halen de bir son dakika gelişmesi de olur da iptal olur mu diye bekliyorum. Ancak bunun basketbol içi nedenlerden ziyade daha farklı sebepleri var. Hamilton basketbol anlamında baktığım zaman ne takımı bir seviye üste çıkarabilecek bir eklenti, ne de takımı geriye götürecek bir düzen bozucu parça. İkisinin ortasında, hangi tarafa yakın olacağı ise kafasındakilere bağlı. Tabii ki konuyu sadece basketbol ekseninde değerlendirmek mümkün değil. İşin ekonomik tarafları da var, takım kimyası kısmı da.

Hamilton şampiyon kadronun önemli skor parçasıydı ve Detroit'in o savunma temelli takımıyla şampiyon olabilmesinde Rip'in skor katkısının etkisi büyüktü. Bulls da o dönemki Pistons'a benzer yapıda bir takım görüntüsünde. Savunma temelli bir takım, skorer, güçlü bir PG liderliğinde, sert bir pota altı ile rakiplerini bunaltıyor. Oyuncular bireysel olarak belki elit sınıfta değiller (Rose hariç) ancak bir arada hepsinin değeri yükseliyor. Bu vizyondan bakınca Detroit takımının sahip olduğu skorer oyuncu Bulls'un eksikliği gibi duruyordu ve Rip'in gelişi ile bu eksik kapatılmış oluyor. Gerçekten de Rip geçen sezona kadar 17-20 sayı barajında gezinen, önemli bir orta mesafe şutörüydü. Ancak geçen sezon tüm Pistons takımı için olduğu gibi onun için de çok çalkantılı geçti ve -çaylak sezonu hariç- kariyerinin en kötü sezonunu geçirdi. 

Hamilton Şubat ayının 14'ünde 34 yaşına giriyor. Her ne kadar fitness düşkünü bir oyuncu olduğu bilinse de kabul etmek lazım ki prime dönemini geçti ve geçtiğimiz sezon yaşadığı düşüş sadece takım için huzursuzlukların sonucu değil. Önümüzde kısa ama çok yoğun bir lig takvimi var ve yaşlı oyuncular için bu tarz takvimleri oynamak daha zor. Çaylak sezonu ve geçtiğimiz sezon dışında genelde 30'lu dakika ortalamalarına sahip Hamilton'ın bu ortalamaları bulması hem bu açıdan hem de pozisyonunda Brewer ve Korver gibi iki oyuncu daha bulunmasından dolayı zor. Brewer çok iyi bir dış adam savunmacısı ve Thibs koçken bu enerji size rotasyonda iyi dakikalar kazandırır. Korver ise ligin en iyi 3 sayı atıcılarından birisi ve Bulls'un iki numarada özellikle maç sonlarında Rose'a alan açmaya, dolayısıyla iyi dış şutöre ihtiyacı var. Korver geçtiğimiz sezon maça başlayan değil ama maçı bitiren 5'in iki numarasıydı ve ne derler bilirsiniz: "Kiminle başladığın değil, kiminle bitirdiğin önemli".

Hamilton bir zamanlar ligin en iyi yüzdeyle 3 sayı atan oyuncusu olmuşsa da bir volume 3 sayı şutörü olmadığını unutmamak lazım. Üstelik son 3 sezonda 3 sayı ortalaması yüzde 35. Toplam 472 atışta 166 isabet bulmuş. Bu süreçte toplam oynadığı maç sayısı ise 168. Türkçesi Rip son 3 sezonda maç başında ortalama bir üçlük isabeti buluyor. Rose gibi delici bir guardınız için orta mesafeden ziyade 3 sayıdan yüzdeli atan bir iki numara daha değerlidir. Rose'un penetrelerinde ona yardıma gelen savunmaları cezalandırmak için 3 sayının gerisinde topun eline gelmesini isteyeceğiniz adam Rip Hamilton olmayacaktır. Yine de o ismin Brewer olmasından daha iyi bir seçenek olduğu bir gerçek.

Çok iyi bir savunmacı olmasa da takım savunması konusunda iyi bir oyuncudur Hamilton. Ayrıca uzun boyu sayesinde sizelı iki numaraları da savunabilir. Bu yapısı ile Bulls ile uyuşuyor olsa işler hücum tarafına geldiğinde biraz değişiyor. Rip set boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla ardı ardına perdelerden çıkarak aldığı paslarla etkili olan bir oyuncu. Şimdi bir an gözlerinizi kapayın ve Rose'u yaklaşık 10 saniye boyunca Rip'in 3 screen'den birden çıkmaya çalışırken beklediğini hayal edin. Siz yapabildiyseniz ne ala ancak ben hayal dahi edemedim. Bulls'un hücum yapısı ve setleri böyle bir oyuna pek uygun değil. Hemen aklınıza Korver gelebilir, zira o da Hamilton gibi screenlerden çıkarak şut pozisyonu hazırlanan bir oyuncu. Ancak bu oyunların daha çok C.J. Watson oyundayken oynandığını, Rose sahadayken ise Korver'ın daha çok spot şutör gibi ona alan açtığını unutmamak lazım. Üstelik böyle bir oyun yapısına hazırlanmak için fazla da vakit yok. Hazırlık kampı zaten kısaydı ve bir kısmı da tükendi. Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece ilk hazırlık maçına çıkacak Bulls ve Rip takıma dahi katılmadı. Onu hücuma adapte edecek vakit pek yok ve maç yoğun takvimde de bu pek kolay gözükmüyor. Bulls'un iki numarada kendi şutunu yaratabilen, birebirde etkili bir oyuncuya daha çok ihtiyacı vardı. Rose'u öylece iki numaranın screenlerden çıkmasını bekleyerek top süren bir basketbol oynarken görmek pek mümkün olmayacaktır.

Atlanmaması gereken en önemli konu ise Rip'i Bulls'a getiren süreç. Karşımızda kontratı devam ederken, satın alınarak serbest kalan bir oyuncu söz konusu. Her ne kadar arkadaşları arasında sevilen bir oyuncu olduğu söylense de Bulls'un mükemmel düzeydeki takım kimyası için tehlike oluşturabilecek bir potansiyeli barındırmadığını kimse söyleyemez. Rip bir zamanlar kahraman olarak görüldüğü takımdan şimdi gitmesiyle taraftarın mutlu olduğu bir isim haline geldi. Takımın sürekli kaybeden ve anlamsız takaslar yapan halinin bundaki etkisi göz ardı edilemez ancak Hamilton'ın da soyunma odasındaki harmoniye çabucak uyum sağlayacak ve bir parçası olacak yapıda bir oyuncu olmadığını da unutmamak lazım.

Tüm bunları alt alta koyduğunuzda Rip'in Bulls için "perfect fit" olmadığını söylemek zor değil. Ancak takıma katılmasının ve iki numara pozisyonunda Bogans'ın yerini almasının Bulls'un aleyhine olacağını söylemek de doğru değil. Bulls'un öncelikli tercihi olan oyuncuların öncelikli tercihi Bulls değil para olunca zaten kısıtılı olan free agent piyasasında Hamilton'ı seçmek çok fazla eleştirilecek bir hamle olmaz. Bulls'un Rip'e iki yıllık kontrat vermesinin temel sebebi Rip'in geçmiş yaşı kadar yeni CBA'in getirdiği bir çok asıl kısıtlamanın iki sene sonra devreye girecek olması. Bu açıdan bakıldığında da manevra kabiliyeti uzun vaadeli kısıtlanmamış oluyor. Ancak beklentileri büyüterek Rip'in uzun dakikalar sahada kalmasını, 15+ sayı ortalaması yakalamasını ve takıma seviye atlatmasını beklemek doğru değil. Takım için belki de en değerli olabilecek artısı sahip olduğu play-off tecrübesi. Özellikle Korver'ın gününde olmadığı maçlarda sazı eline alıp çok kısıtlanan iki numara üretimini yukarı çekebilirse ve play-off'larda tecrübesini sahaya yansıtabilirse takımı rahatlatabilir ancak Bulls'un NBA finallerinde yer alabilmesi için bu tek başına yeterli olmayacaktır.

Benim onun takıma katılmasını istemiyor olmamın sebebi ise Bulls'un ihtiyacı olan oyuncu profiline işin sadece savunma kısmı ile uyuyorken Bogans'ın yerini alacak olması. Ben takımın Bogans ile devam edip, geçen seneki düzeni içerisinde kalmasını ve şampiyonluk için daha önce yazdığım diğer alanlarda gelişim sağlayarak bu sezon bir kez daha denemesini tercih ederdim. Bir şekilde zaten kaybettiğimiz Thomas'tan sonra Bogans'ın da takımdan gitmesi, geçen sezon başarıda büyük payı olan takım kimyasına olumsuz etki yaratacak gibi geliyor bana. Dakikaları itibariyle aslında rotasyon parçası olmasına rağmen sırf ilk 5 başlıyor diye Bogans'ın günah keçisi olmasına zaten hep itiraz etmiştim. Yerine gedikleri çok daha iyi kapatacak bir isim gelmesini tercih ederdim, ediyorum.

8 Aralık 2011 Perşembe

Chicago Bulls V2_1


Geçen yıl play-off'larda Heat'e 4-1 kaybettiğinden bu yana sanırım herkes Bulls'un daha ileriye gidebilmesi için bir iki numaraya ihtiyacı olduğu konusunda hem fikir oldu. Bulls'un Rose'un hücum yükünü hafifletecek bir SG'ye ihtiyacı olduğu konusunda hem fikirim ancak bunun finallere giden yolda bir şart olduğu konusuna pek katılmıyorum. Bulls'un 2 numara eklemesinden daha çok geliştirmesi gereken ve üstesinden gelmesi şart bazı sıkıntıları var.

İşin ekonomik tarafına daha önce yeterince değinmiştim. Bu yazıda konuya tamamen basketbol penceresinden bakmaya çalışacağım ama başlangıçta şu noktayı vurgulamak şart: mevcut durumla alınabilecek iki numaraların hiç birisi Bulls için aranan adam değil. Bulls'un savunmada Brewer hücumda Korver olabilecek hatta Korver kadar iyi üç sayı atıp aynı zamanda potaya da gidebilecek bir oyuncuya ihtiyacı var ki, öyle bir adamı değil mid-level'la sign etmek, NBA'de bulmak zor. Haliyle makul beklenti nispeten iyi üç sayı atabilen, iyi savunmacı bir 2 numara takıma dahil etmekte. Ancak mid-level bir kontratla takıma gelecek oyunculardan hiç birisi bu tanıma tam anlamıyla oturmuyor. 

Peki Bulls bu eksiğini gidermeden de Heat engelini aşamaz mı? Pekala aşabilir. Hatta geçen seneki kadrosunu bir iki ufak değişiklikle koruyarak (ki öyle olacak gibi görünüyor) Heat'i 7 maçlık bir seride geçebilir. Ancak ve ancak doğru basketbolu sahaya koyabilirse.

Geçen sene seri başında herkes Heat'i açık ara favori görürken farklı düşünüyor, Heat'i Bulls'un önünde açık ara favori yapacak çok fazla avantajı olmadığını iddia ediyordum. Seri 4-1 tamamlandığında da fikrim çok değişmedi. Nitekim Bulls elendikten sonra yine bu blogda şunları yazmıştım:

"Miami serisi başladığında iki takım arasında Miami'yi açık ara favori gösterecek kadar fark olmadığını düşündüğümü yazmıştım. Her ne kadar seri 4-1 bitmiş ve bu düşünceler haklı çıkmış gibi görünse de o günkü düşüncelerimden hiç uzaklaşmış değilim. Seride Miami ve özellikle Lebron James play-off performanslarının üzerine çıkmayı başarırken, Bulls ve özellikle Rose tüm sezon oynadığı basketboldan uzak bir basketbol sergiledi. Pacers ve Hawks serilerinde de zaman zaman zorlandı takım ancak Miami serisinde olduğu kadar karakterinin dışında bir oyun pek az oynamıştı. Bunda Miami'nin ilk maçtan sonra yaptığı ayarlamalar kadar özellikle mental anlamda Rose'un düşüşünün de büyük etkisi var."

Evet henüz Dallas serisi oynanmamıştı ve Lebron için son çeyrek konulu espriler üretilmemişti. Lebron seri boyunca son çeyreklerde mükemmel performans ortaya koymuştu ancak seriyi kaybettiren asıl neden Bulls'un karakterinden uzak bir basketbol oynaması ve -hakemlerin de biraz ittirmesiyle- Heat'in bu şansı iyi kullanmasıydı. Genel resme baktığımızda geçen sezon oynanan 8 maçta iki takım da 4'er galibiyet alabildi. Bulls'un kazandığı 4 maçın 3'ü her ne kadar normal sezon maçı olsa da bu maçların da play-off atmosferinde geçtiğini göz ardı etmemek lazım. Bulls'a seriyi kaybettiren ve bu sezon Heat'i geçebilmek için üstesinden gelmesi gereken noktaları ise şöyle özetleyebiliriz:

Derrick Rose: Geçtiğimiz sezon sona erdiğinde de, yeni sezona girerken de sorumluluğu üstüne alıp elenmemizin nedeni benim derken kendisine haksızlık yapsa da haksız sayılmazdı Rose. Bulls'un karakterinin dışına çıkmasında en büyük neden tamamen ona odaklanmış Heat savunmasına karşın Rose'un seri ilerledikçe git gide kötüye giden karar verme becerisiydi. Rose son çeyreklerde hücumları her zamanki üretkenliği ile kullanamadı ve bu tamamen James'in onu harika savunma becerisiyle açıklanmaya çalışıldı. Oysa Rose'un maç berabere iken son bölümde iki kez üst üste James'in üzerinden geriye çekilerek aynı orta mesafe şutunu atmasının hatalı tercihler olduğuna pek değinen olmadı. Gelen ikili sıkıştırmalar sonucu aceleyle attığı hatalı paslar Bulls potasına hızlı hücumlar olarak döndü, her zamanki deliciliğinden ve agresifliğinden uzaktı. Bulls'un hücumunun bu kadar merkezindeyken onun her zamanki performansında olması gerekiyordu ama Rose tüm sezonun en kötü basketbolunu Heat'e karşı oynadı. Son iki maçta ikili sıkıştırma olayı artık otomatiğe bağlanmıştı ve perde savunmacısı ile toplu adam savunmacısı arasında boşluklar oluşmaya başlamıştı, show up göstermelik hale gelmeye başlamıştı. Rose için bu kadar yükle bu seviyede bu yaşta oynamak kolay değil. Önemli bir tecrübe edindi ve Thibs ile birlikte geçirecekleri uzun saatlerde neleri daha iyi yapması gerektiğini öğrenecektir. Bulls'un Heat'i geçebilmesi için Rose'un her duruma hızlıca adapte olabilen ve güçlü yanlarını her şart altında sahaya yansıtabilen bir basketbol oynaması olmazsa olmaz.

Carlos Boozer: Biliyorum hepiniz onu çok seviyorsunuz, posteleri duvarlarınızı süslüyor. Artık Boozy'nin de bu sevginin karşılığını vermesi gerekiyor. Sakatlıkla girdiği sezonda sahaya döndükten sonra All-Star arasında kadar gayet nefis performans sergilemişti. Ancak Noah'ın dönüşü sonrası işleri biraz zorlaştı çünkü Kurt Thomas'ın orta mesafede gezinerek kendisine yarattığı boş alanı aramaya başladı. Noah ameliyatı sonrası orta mesafesine güveni kaybolmuş bir şekilde dönünce potaya daha yakın oynamak zorunda kaldı, bu da Boozer'ın işini biraz zorlaştırdı. Üstelik play-off'lara girereken topuğundan yaşadığı sakatlık ve Pacers serisiyle seyircinin ona hemen sırtına dönmesi gibi talihsizliklere bir de boşanması ve çocuklarından uzak kalması gibi bir takım kişisel nedenler de eklenince Boozer Bulls taraftarının aradığı günah keçisi haline geldi. Bu sezon yaz boyunca duydukları ile motive olmuş bir şekilde sağlıklı kalır ve Noah'la bir arada oynama konusunda mesafe kat ederse gerisi zaten kendiliğinden gelecektir. Evet C-Booz savunma yapmıyor ama zaten Bulls onun savunmasına değil hücumuna ihtiyaç duyuyor.

Joakim Noah:  Yo yo, hiç unutmuş değilim. Sakatlığı sonrası o da tam toparlamışken bir kez daha sakatlandı ve Heat serisinde arka planda kalan hayal kırıklığıydı. Jo özellikle seride hayati önem taşıyan ribaundlar konusunda ve her zaman çok iyi olduğu savunma tarafında büyük hayal kırıklığı yarattı bende. Tek sorun sakat olması da değildi, saha dışı bir takım olayları da etkili oldu. Söyleyecek fazla söze gerek yok, her zamanki performansında ve tamamen basketbola odaklanmış bir Noah, Heat'in sıkıntılı pota altını daha da sıkıntıya sokacak en büyük güç olacaktır.

Pick and Roll: Bu konuyu maçtan alınmış screeshot'larla uzun uzun yazacaktım ki, okuduğum bir yazı ve içinde yer alan videolar tam derdime derman oldu. Buradan okunabilecek bu yazıda da görebileceğiniz gibi Bulls'un pick n roll oyununu doğru bir şekilde oynamaya ve doğru perdelemeler yaparak toplu adam savunmasının bu perdelere takılmasını sağlamaya konsantre olması gerekiyor. Bunu yapamadığında sonucun neler olduğunu da yazıda yer alan videolarda daha rahat görebilirsiniz.

Ribaund ve İkinci Şans Sayıları: Bulls'un aldığı 4 galibiyette de en büyük etken bunlardı. Bulls kötü hücumunu aldığı hücum ribaund'ları ve sonrasında bulduğu ikinci şans sayıları ile kompanse edince Heat'i geçmeyi başarmıştı. İkinci maçla birlikte Heat'in ribaund'lara çektiği ayara Thibs cevap veremeyince darbeyi yedi takım. Heat'in yapmayı planladığı hamlelerle gelecek sezon da Bulls'la baş edebilecek bir pota altına sahip olamayacağı aşikar. Bulls zaten ligin en iyi ribaund takımlarından biri ve uzunlara kısaların da yardım etmesi durumunda bu konuda daha da güçlü bir hale gelebiliyor takım. Thibs takımı ribaund konusunda daha iyi hazırlamalı ve özellikle gerektiğinde kısaların da azami yardımı göstermesini sağlamalı. Heat'in hızlı hücumlarından çekinerek hücum ribaundlarını kovalamamak geçen sezon yapılan en büyük hatalardan biri olmuştu.

Hakem Desteği:  Bu konuda özellikle Bulls yönetiminin biraz çalışması şart. Heat geçen sezonunun hikayesiydi ve bu sezon da çok farklı olmayacaktır. Bulls'un elindeki medya ve lobi gücünü biraz hakemlerden yana da kanalize etmesi gerekiyor. En azından United Center'daki maçlarda Lebron ve Wade'e her temasa faul çalan hakemler görmezsek seviniriz.

Yeni sezonun henüz neler getireceği belli değil ancak iki numara sıkıntısına gelene kadar Bulls'un halletmesi gereken daha önemli konular bunlar. Üstelik rakip Heat değil bir başka takım da olsa formül farklı değil. Bulls NBA finallerine yürümek için bu sıkıntıları aşmalı, hataları giderilmiş bir yeni bir sürümünü bu sezon sahaya sürmeli. Medya SG konusunda odaklanadursun, Thibs ve ekibi yaz boyunca bu konulara fazlasıyla kafa patlatmıştır zaten. Sahaya ne kadar yansıyacağını ise ancak yaşayarak görebileceğiz.

29 Kasım 2011 Salı

Reinsdorf'un Parası Taraftarın Çenesini Yorar


2009 yılının Temmuz ayında çok sık gerçekleşmeyen bir şey olmuş, Bulls başkanı Jerry Reinsdorf Chicago Tribune'den K.C. Johnson'a bir röportaj vermişti. O yaz Bulls uzun bir aradan sonra play-off'lara kalmayı başarmıştı ve kadrosunda yılın çaylağı ödülünü almış Derrick Rose'u bulunduruyordu. Jordan sonrası dönemde ilk defa takım umut verici bir haldeydi ama Reinsdorf halen lüks vergisi ödememek için yıldızların takımdan gitmesine izin vermekle, daha ucuz olduğu için Del Negro gibi bir ismi takımın başına getirmekle suçlanıyordu. Johnson bir çok Bulls taraftarının merak ettiği "Lüks vergisi" sorusunu sorduğunda ise Reinsdorf'un cevabı şu şeklide olmuştu: 

"Eğer akıllıca bir harcama olacaksa lüks vergisi ödemeyi sorun etmem. Lüks vergisi ödeyecekseniz, buna değen bir oyuncu için ödemeniz gerekir. Ne kadar tutacağını umursamam. Eğer bizi en tepeye, finallere götürecek bir oyuncu olursa, lüks vergisi ödeme konusunda tereddüt etmem. Henüz Gar'ın (Forman) ve John'un (Paxson) bana "Lüks vergisi öde, finallerdeyiz" diyen bir oyuncu getirdiğini görmedim." 

Şayet konu beysbol olsaydı Reinsdorf'un bu sözlerinden sonra yaz döneminde Bulls'un kadroya mid-level ile bir SG katacağından emin olurdum. Ancak Reinsdorf için Chicago Bulls bir nevi üvey evlat durumundadır. Kendisinin daha önce bir White Sox şampiyonluğu için tüm Bulls şampiyonluklarını feda edebileceği yönünde açıklamaları da mevcuttur. (neyse ki White Sox, Bulls'unkileri feda etmeden şampiyon olmayı başardı) Şimdi soru, Reinsdorf'un bunca yıldan sonra gelebilecek bir Bulls şampiyonluğu için neleri feda etmeye hazır olduğu.

Yeni CBA bir kaç açıdan Bulls'un takımı geliştirme planlarına darbe vuruyor. "Designated player" ya da "muhtemel" bilinen adıyla Derrick Rose kuralı ile Bulls'un zaten dar olan manevra kabiliyeti biraz daha azalırken, Reinsdorf'un ödemek için zaten kılı kırık seçtiği lüks vergisi ise kademeli olarak feci el yakar hale geliyor. Yeni kurallar Bulls taraftarlarını pek mutlu etmemiş olabilir, ancak bir kaç açıdan Reinsdorf'u çok mutsuz ettiğini sanmam. Aksine yeni kuralların onu daha mutlu ettiğine eminim.

Öncelikle mevcut duruma kısaca bir bakalım. Bulls bu sezon şimdilik 11 oyuncu için yaklaşık 61 milyon dolar maaş ödeyecek. Lüks vergisi sınırının yaklaşık 70 milyon dolar olacağını öngörürsek Bulls için lüks vergisi ödemeden takıma yüksek profilli bir oyuncu eklemek mümkün değil. Üstelik gelecek sezon Rose yeni getirilen düzenleme ile yıllık 17,4 milyon dolardan başlayan bir kontrata sahip olacak ve Bulls, Boozer, Rose, Deng ve Noah dörtlüsüne toplamda 57 milyon dolara yakın bir para ödeyecek. Bu 7 garanti kontrat için toplam 70 milyon dolar para demek ki buna, bu sene eklenmesi istenen mid-level kontrat, C.J. Watson'ın, Ömer Aşık'ın ve Bogans'ın biten kontratları sonucu serbest kalması durumu da dahil. Kaba bir tabirle  bu durum, Bulls'un tamamı lüks vergisine konu olacak 5 eklemeye ihtiyacı olacak demektir. Tabii senaryo bu kadar düz gitmeyecektir ancak Bulls'un maddi olarak ne durumda olduğunu görmek açısından bu tabloyu çizmek önemli.

İlk iki yıl eski CBA'de olduğu gibi kalacak olan lüks vergisi düzenlemesi üçüncü seneden itibaren kademeli haline geçecek ve lüks vergisi ödemek iyice el yakan bir hale gelecek. Geçtiğimiz sezon yaklaşık 80 milyon dolar kar eden Bulls için lüks vergisi ödemek çok problem olmamalı diye düşünebilirsiniz. Ancak geçtiğimiz sezon Dallas'ın şampiyon olabilmek için 20 milyon dolardan fazla lüks vergisi ödediğini ve yeni düzenleme geçerli olsaydı bu verginin 20 milyon dolardan 75 milyon dolara çıkacağını hesaba katarsanız, lüks vergisi ödeme konusunda hesabı bir kaç kez yapmanız gerektiğini fark edersiniz. İşte tam da bu durum Reinsdorf'u memnun ediyor olsa gerek. Zira bu düzenleme Bulls'un lüks vergisi ödeme planlarına ket vuruyorken, diğer takımların çılgınca lüks vergisi sınırının üzerine çıkmasını da engelliyor. Bulls'un şu anda doğudaki en büyük rakibi konumundaki Heat, şimdiden yeni düzenlemenin geleceği 2013-2014 sezonunda 6 oyuncu için 70 milyon dolarlık bir ödemeye sahip durumda. Benzer şekilde Lakers, Dallas, Magic ve diğer lüks vergisi ödeyen takımlar kontrat toplamlarını ciddi şekilde düşürmezlerse, neredeyse maaş ödemeleri kadar lüks vergisi ödemekle karşı karşıya kalacaklar. Yani Reinsdorf'un üzerinde artık ihtisas yaptığı takımı lüks vergisi sınırının altından tutma konusunda diğer takımların da azami çabayı göstermeleri, dolayısıyla kadro kalitelerinden ve derinliklerinden ödün vermeleri gerekiyor. Teoride olmasa da pratikte görünen o ki, lüks vergisinin 10 milyon doların üzerine çıkan maaş ödemeleri çok nadir görülebilecek. Bu Bulls'un diğer takımlarla rekabet etmek için para harcamak yerine, diğer takımların çok daha fazla para harcamamak adına takımın seviyesini aşağıya çekmesi ile şampiyonluk şansının artması anlamına geliyor.

Bu perspektiften bakarak Bulls'un yazı bir mid-level aramakla değil veteran minumum kontratla takıma katabileceği bir SG bakarak geçireceğini tahmin etmek çok güç değil. Kaldı ki Bulls'un Ömer Aşık'ı veya Taj Gibson'ı takımda tutabilmek adına ileride manevra kabiliyetini iyice sınırlandıracak bir hamleden kaçınması olası. Her halükarda bu oyunculardan birini takımda tutamayacağı aşikar olan Chicago'nun, iyi bir fırsat gelirse birisini bu sezon içerisinde takas etmesi de gündemde olabilir. Böyle bir durum söz konusu olursa Gibson'ın takas edilmeye daha büyük aday olduğunu söyleyebilirim zira Ömer NBA'de dahi çok az bulunur bir değer. Bu konulara lig başladıktan sonra daha çok değiniriz, şimdilik yaz dönemi ile kısıtlı kalmakta fayda var.

Amnesty ile serbest kalacak oyuncular için getirilecek yeni düzenleme oyuncuların tamamen serbest kalmadan önce cap sınırının altındaki takımlara oyuncu için bir çeşit ihale yapmasına imkan veriyor. Cap'in ilk iki sene en az %85'ini harcamak zorunda olacak takımlar ve cap sınırının bir hayli altında olan bazı takımların bu kontratlara ilgi göstermesi bekleniyor. Bu durum sadece amnesty ile değil diğer serbest kalmış oyuncuların da bu takımlarca ekstra rağbet göreceği anlamına geliyor. Zaten dar olan FA piyasasında talebin de artacak olması Bulls'un kadrosuna kaliteli bir SG katmasını zorlaştırıyor. Reinsdorf'un açıklamalarına atfen: "Lüks vergisini öde, finallerdeyiz" diyecek bir oyuncuyu bulmak Bulls için epey zor görünüyor. (Tabii başka bir açıdan bakıp lüks vergisini Rose için ödeyeceğini ve onun da bunu sonuna kadar hak ettiğini söyleyebilirsiniz ancak Reinsdorf'un olaylara söz konusu sadece White Sox olduğu zaman o açılardan baktığını unutmayınız)

Tüm bu tabloya baktığımızda Bulls'un off season döneminde takımı bir üst seviyeye çıkartacak bir isim eklemesinin çok zor olduğunu görüyoruz. Takımın zaten kısa ve kısıtlı olan off season'da acele verilmiş kararla takımın geleceğini sıkıntıya sokacak bir hamle yapmasını beklememek lazım. Kişisel görüşüm Bulls için Brewer ve Korver ikilisinin yanlarına bir (iki) oyuncu daha alarak daha kaliteli bir SG ile takas edilmesi ihtimali dahi mid-level ile bir SG eklenmesi ihtimalinden daha fazla. Ayrıca Bulls gerçekten lüks vergisi ödemeye niyetliyse de mevcut tabloda bunun için iki yıl beklemeyi tercih etmesi çok daha mantıklı bir tercih olacaktır. Geçen iki senede genç oyuncular hem daha çok tecrübe kazanmış olacaklar, hem de iki yıl sonraki düzenleme ile lüks vergisi ödeyen takım sayısı, dolayısıyla da takımların kadro kaliteleri ve derinlikleri göreceli olarak azalacak. Üstelik Bulls'un bu süreçte kadro yapısına çok uygun bir SG bulması da muhtemel zira bu yaz adı geçen isimlerden neredeyse hiç biri Bulls'un yaralarına tamamen çare olabilecek yapıda oyuncular değil.

Peki Bulls önemli bir ekleme olmadan şampiyon olmak için neyi farklı yapmalı, Heat'i geçmek için hangi yönlerde gelişim göstermeli, bu soruların yanıtı bir sonraki yazının konusu.

27 Kasım 2011 Pazar

Yeni CBA ve Getirdikleri


Uzun ve hepimizi için yorucu, zaman zaman heyecanlandıran, zaman zamansa hayal kırıklığına uğratan bir süreçten sonra sonunda lokavt sona erdi. Artık yeni gündemimiz hazırlık kamplarına ve transfer piyasasına kadar yeni CBA ve hayatımıza getirecekleri.

Öncelikle kısaca bundan sonraki sürece değinelim. Şu anda öncelikli ve önemli konular üzerinde anlaşıldı ve B listesi adı verilen ve çözülmeyen bekleyen bir kaç problem daha var: Doping testleri, draft edilme yaş sınırı gibi. Bunlar çözülmesi çok sıkıntılı olmayan süreçler ve bu konularda da anlaşılacaktır. Fakat bir toplu sözleşme imzalanabilmesi için oyuncuların dağıttıkları birliği yeniden toparlamaları gerekiyor. Bu işlemden sonra her iki taraf da yeni CBA'i oylayacak ve sözleşme yazıya dökülüp, imzalanacak. Oylama süreciyle birlikte takımların resmi olmayan antrenmanlara başlaması bekleniyor. 9 Aralık'a kadar tüm bu prosedürlerin tamamlanması bekleniyor ve 9 Aralık'la birlikte resmi olarak hazırlık kampı ve oyuncu transferleri de başlayacak. Sezon ise noel gecesi oynanacak maçlarla başlayacak ve 66 maç üzerinden uygulanacak bir takvim söz konusu olacak.

Gelelim yeni CBA'in getirdiği temel bazı değişikliklere:

• BRI Bölüşümü: Lokavtın belki de en temel sebeplerinden biri basketbolla ilgili gelirlerin paylaşılması konusuydu. Son anlaşmaya göre gelir %50-%50 bölüşülecek. İstisnai olarak şayet bu gelir beklenenden fazla olursa oyuncular fazla olan kısmın %60.5'ini alacak. Aynı şekilde gelirler beklenenden az olursa oyuncuların payından %60.5 kesinti yapılacak. Fakat hiç bir halde oyuncu payı total gelirin %51'den fazla, %49'undan az olmayacak. İlk yıl için oyuncuların payı %51.15 olarak belirlendi. Oyuncular ayrıca bu sezon maaşlarının 82'de 66'lık bölümünü alacaklar.

Mid-Level Exception: Yeni düzenlemeye göre mid-level kontratı takımın maaş durumuna göre farklılık gösterecek. Takım şayet lüks vergisi ödemiyorsa, ilk iki yıl için 5 milyon dolar değerinde ve maksimum 4 yıllık kontrat önerebilecek ve bu hak her sene kullanılabilecek. 5 milyon dolarlık değer iki yıldan sonra her yıl için %3'lük bir artış gösterecek. Takım eğer lüks vergisi ödüyorsa bu durumda önerebileceği mid-level kontratı 3 milyon dolarla sınırlı olacak ve en fazla 3 yıllık imzalanabilecek. 3 milyon dolar ilk yıl için geçerli ve bu miktar her yıl %3 artacak. Bu hak yine her sene kullanılabiliyor.

Yeni gelen bir düzenleme ise salary cap'te boşluğu olan takımlar için. Mid-level exception cap'in üzerindeki takımlar için dizayn edildiğinden daha önce cap'in sınırına yakın olan takımlar için bir haksızlık söz konusu oluyordu. Bu takımlar için yeni gelen düzenleme ise şöyle: Takım sahip olduğu bu boşluğu doldurduktan sonra, toplam ilk yıl maaşı en fazla 2.5 milyon dolar olan ve süresi 2 yıl olan serbest oyuncu ile imzalayabilecek. Örneğin cap'in 4 milyon dolar altında olan bir takım aynı yaz dönemi içerisinde hem 4 milyon dolarlık bir serbest oyuncu alabilecek, hem de ilk yıl maaşı 2.5 milyon dolar olan bir oyuncu ile imzalayabilecek. Eski düzenlemeye göre cap'in altında kalan takımların mid-level imzalama hakkı yoktu ve bu takım eski düzenleme ile sadece 4 milyon dolarlık boşluğunu kullanabilecekti.

Salary Cap: Salary cap hesabında bir değişiklik yok. İlk iki yıl için 2010-2011 sezonundan daha az olmayacak şekilde belirlendi ki bu da yaklaşık 58 milyon dolar olacağı anlamına geliyor. Takımlar ilk iki yıl salary cap'in en az %85'ini kullanmak zorunda. Bu oran üçüncü yıldan itibaren %90'a çıkacak.

Lüks Vergisi: Temel değişikliklere konu olan bir diğer düzenleme de lüks vergisi ile ilgili. İlk iki yıl 2005'teki uygulama aynen devam edecek. Diğer bir çok konuda olduğu gibi bunda da takımlara iki yıllık işleri toparlama imkanı verilmiş. İki yıldan sonra ise kademeli bir lüks vergisi söz konusu. Eski CBA'de yer alan her 1 dolar için 1 dolarlık lüks vergisi iki yıllık geçiş sürecinden sonra şu şekilde olacak: 

Lüks vergisi sınırını:

0-5 milyon dolar geçen takımlar her 1 dolar için 1.50 dolar
5-10 milyon dolar geçen takımlar her 1 dolar için 1.75 dolar
10-15 milyon dolar geçen takımlar her 1 dolar için 2.50 dolar
15-20 milyon dolar geçen takımlar her 1 dolar için 3.25 dolar

lüks vergisi ödeyecek. 20 milyon doların üzerindeki her 5 milyon dolarda bir, vergi 0.50 dolar artacak. 2011-2012 sezonundan sonra 5 sezonun herhangi 4'ünde lüks vergisi ödeyen takımlar için lüks vergisi tutarı üzerine 1 dolar daha eklenecek. Örneğin Lakers 5 sezonda 4 kez lüks vergisi ödeyecek olursa bir sonraki sezon lüks vergisi sınırını 10 milyon dolar geçmesi durumunda her 1 dolar için 2.50 dolar yerine 3.50 dolar lüks vergisi ödeyecek. Toplanan lüks vergilerinin %50'si vergi ödemeyen takımlara dağıtılacak. Ayrıca mid-level kullanan bir takım lüks vergisi ödemeyen takımların kullanabildiği mid-level'ı kullandığı sezonda, ya da  serbest bir oyuncuyu sign and trade yoluyla alırsa lüks vergisi sınırını 4 milyon dolardan fazla geçemeyecek. Bunun pratik olarak neler getireceğini buradaki yazıdan okuyabilirsiniz.

Maksimum Kontrat Süresi ve Yıllık Artış Oranları: Bird haklarına sahip oyuncular 5, diğer oyuncular ise en fazla 4 yıllık kontrat yapabilecekler. Çaylak kontratından çıkan oyuncular için süre 4 yıl ile sınırlı. Bunun tek istisnası "designated player" kontratı ki buna birazdan değineceğiz. Maksimum 4 yıllık veteran uzatmaları söz konusu olacak (son yılında imzalamışsa, 3 yeni senelik kontrat). Eğer extension and trade (uzat ve takas et) yoluyla yapılıyorsa uzatma toplam 3 yıl uzatılabilecek (kontratının son senesinde yapılmışsa uzatma 2 yeni senelik olabilecek kontrat). Yıllık artış oranları ise Bird haklarına sahip oyuncular için %7.5 diğer oyuncular için ise %4.5 olacak.

Maksimum Kontrat Bedeli ve Designated Player Exception: Maksimum kontrat bedelleri 2005 CBA'deki ile aynı şekilde hesaplanacak fakat bir istisna var ve özellikle Bulls'u yakından ilgilendiren bir istisna bu. Ligdeki 5. yılına giren bir oyuncu için (çaylak kontratı biten bir oyuncu için yani) kendi takımı ile sözleşme imzalarken eğer oyuncu şu şartlardan birini taşıyorsa, salary cap'in %30'u kadar maksimum kontrat önerme hakkı tanınıyor; Oyuncu en az bir kez MVP seçilmişse veya All-Star ilk 5'ine en az iki kez seçilmişse (oylarla seçilmesi gerekiyor) veya NBA'in en iyi beş, en iyi ikinci beş ve en iyi üçüncü beş takımlarına en az iki kez girebilmişse. Bu profile uyan bir oyuncu hatırlayabildiniz mi? Tabii ki Derrick Rose. Bu sezon kontratının son senesinde olan Rose, bu yeni düzenleme ile 58 milyon dolarlık salary cap'in yüzde 30'u kadar yani yaklaşık 17.4 milyon dolarlık bir kontrat alabilecek. Eski düzenleme ile alabileceği maksimum değer 14 milyon dolar civarındaydı. Ayrıca bu oyuncular için maksimum kontrat süresi 5 yıl olacak. Süperstar çaylakları takımlarında daha rahat tutabilmek için getirilen bu haktan ilk faydalanacak oyuncu Rose olduğu için, Bird haklarında olduğu gibi bu hak da Rose hakkı olarak anılabilir. 

Serbest Oyuncular: İlk iki yıldan sonra lüks vergisinin 4 milyon dolardan fazla üzerinde olan takımlar sign and trade ile oyuncu alamayacaklar. Sign and trade yoluyla alınabilen oyuncuların kontratları en fazla 4 senelik olacak ve yıllık artış oranı %4.5 ile sınırlı kalacak. Sınırlı serbest oyuncular için kendi takımlarının mevcut teklifi karşılayabilmek için hakkı olan süre 7 günden 3 güne düşürüldü. Ayrıca çaylak oyuncular için qualifying offer'da da düzenlemeler söz konusu. Bir oyuncu ilk turda seçilmişse ve oynadığı her sezon ortalama 41 maç ilk beş başlamışsa ya da 2000 dakikadan fazla süre oynamışsa 9. sıra seçiminin sahip olduğu qualifying offer'a sahip olacak. Benzer şekilde aynı kriterleri taşıyan herhangi bir ikinci tur seçimi ise 21. sıra seçiminin sahip olduğu hakka sahip olacak. Draftta ilk 14 sıra içinde seçilmiş oyunculardan bu kriterleri sağlayamayanlar ise 15. sıra seçiminin sahip olduğu qualifying offer hakkına sahip olabilecek.

Takas Düzenlemeleri: Daha önce de belirttiğim gibi extension and trade (uzat ve takas et) için bir kısıtlama söz konusu. Bu tarz kontratlar son senesi dahil en fazla 3 sene uzatılabiliyor ve maksimum artış oranı %4.5 ile sınırlı. Şayet bu sınırdan fazla bir değerde kontrat uzatılırsa takım o oyuncuyu 6 ay boyunca takas edemeyecek. Şayet takım bir oyuncuyu takas yoluyla elde etmişse, 6 ay boyunca o oyuncu ile burada bahsedilen sınırlardan daha yüksek oranda bir sözleşme uzatamayacak. Ayrıca takaslarda kullanılabilecek nakit para sınırı da takım başına yıllık 3 milyon dolar olarak belirlendi.

Amnesty: Geldik lokavtın en civcivli tartışma konularından birine. Amnesty hakkı ile takımlar CBA'in geçerli olduğu herhangi bir sene sadece bir oyuncuyu serbest bırakabilecekler ve bu oyuncunun maaş bedeli salary cap'e dahil edilmeyecek. Bu kuralın Bulls açısından en güzel yanı hakkın herhangi bir sezon kullanılabilecek olması. Böylece Bulls (bu sezon hiç bir şekilde değil ama) ilerleyen sezonlarda Boozer için bu hakkını saklı tutarak önemli bir manevra kabiliyeti elde etmiş oldu. Serbest kalan oyuncular için standart süreçten farklı bir uygulama olacak ve oyuncu eğer salary cap'in altında kalan bir başka takımla anlaşırsa bu takım oyuncunun kontratının sadece bir bölümünü üstüne alacak. Oyuncunun kontratının geriye kalan kısmı  ise eski takımı tarafından ödenmeye devam edecek.

Genel hatları ile yeni CBA'in getirdiği yenilikler bunlar. Asıl ayrıntılar ve uygulamaya yönelik detaylar ancak yazılı bir sözleşme imzalandığı zaman ortaya çıkacaktır. Yeni CBA 10 yıl için geçerli olacak ve her iki tarafa da 6 yıl sonra sözleşmeyi fesih opsiyonu tanınıyor. Dileğimiz bu opsiyonunun bu sezon olduğundan farklı olarak kullanılmaması ve en az 10 yıl bu işlerle uğraşmak zorunda kalmamamız.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Kısa Sezon Bulls'u Nasıl Etkiler?


NBA Lokavt'ında taraflar sıklıkla bir araya geliyor olsalar da henüz anlaşmaya yakın olduklarına dair bir belirti yok. Zaman hızla akarken geçtiğimiz hafta beklendiği üzere hazırlık kampı ve hazırlık maçlarının bir bölümü resmi olarak iptal edildi. Tüm sezonun iptal olması şu anki resimde uzak bir ihtimal, ancak 1999 lokavtında olduğu gibi kısa bir sezon olasılığı git gide artıyor. Peki kısa sezon Bulls'un avantajına mı olur, yoksa dezavantajlar mı yaşatır, bunlara biraz değinelim.

Öncelikle ilk akla gelen veteran takımların kısalan lig takviminden faydalanacağı olacaktır. 82 maç yerine 50 ya da 60 maç oynamak ilk bakışta bir avantaj gibi görünebilir. Ancak bu durum 82 maçlık takvim içerisinde 50-60 maç oynansaydı geçerli olabilirdi. Oysa lokavtın sebep olduğu kısalan takvim içerisinde bu maçları oynamak kümülatif sayıyı azaltsa da dar zamanda sık maç oynama açısından veteran takımlara avantaj değil aksine büyük dezavantaj yaratacaktır. Öyle ki 1999 lokavtına benzer bir takvim söz konusu olursa normal NBA takviminden daha sık aralıklarla maç yapmak zorunda kalacaktır takımlar. Daha fazla back to back ve daha maç yoğun takvim, yenilenmek için daha fazla vakte ihtiyacı olan veteran takımları zorlarken genç takımları ise öne çıkaracaktır. Bulls bu açıdan bakıldığında ligin şanslı takımları arasında. Çoğunluğu genç oyunculardan kurulu takım geçtiğimiz sezonda olduğu gibi kenar rotasyonunu da etkin kullanabilirse play-off'lara bir çok takımdan çok daha diri girecektir.

Daralan takvimin sonuçlarından bir diğeri ise bir hayli kısıtlanacak hazırlık dönemi olacaktır. Bu tüm takımları zor durumda bırakacak olsa da en çok yeniden yapılanma yoluna giden, koç değişikliği yaşayan takımları vuracaktır. Bulls bu takımlardan biri değil. Özellikle iyice kısalacak free agent pazarında zaten kısıtlı imkanları olan takımın major bir hamle yapamayacağını göz önüne alırsak geçen sezonki takımın büyük oranda korunacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik kısa hazırlık dönemi takımların hücum ritimlerini ve akıcıklıklarını sağlamaları açısından da dezavantaj yaratır. Bulls hücumunu geliştirmesi gerektiği için bu takımın aleyhine gibi görünebilir ancak daha kolay oturacak savunma düzeyi yine üst düzey olacaktır, bu da hücum akışkanlıklarını sağlamakta zorluk çeken rakiplere karşı önemli bir avantaj demek. Rakipler hücumlarını keskinleştirmekte sıkıntı yaşarken Bulls savunma tonunu erkenden üstlerde vererek bir kaç adım öne geçebilir.

Chicago şehri için kısa sezonun belki de en çok can yakacak kısmı ise free agent pazarının oldukça kısa sürecek olması. Bulls'un SG eksikliğini giderebilmesi için opsiyonları çok kısıtlı. Özellikle sıkılaşacak kurallardan sonra Bulls'un Rose'un kontratını yenileyebilmek için istediği manevra alanına sahip olabilmek adına kısa zamanda önemli bir adım atması mümkün değil. Bu da takımın geçen sezondan daha fazla hücuma, daha fazla yeteneğe ve daha fazla şut kabiliyetine sahip olamayacağı anlamına geliyor. Her ne kadar taraftar çok istiyor olsa da Boozer'ın normal bir free agent takviminde dahi takas edileceğini sanmıyorum. Kısa takvimde ise bu hiç olası değil. Dolayısıyla Bulls, Heat'i geçebilmek adına özellikle Boozer'ın sağlıklı ve yüzde yüzüyle sahada olmasına muhtaç durumda bir sezona daha hazırlıklı olmalı.

Kısa sezonun Bulls'u yaralayacağı başka bir kısım ise "tamamen duygusal". Bulls geçtiğimiz sezonda 21.791 kişilik ortalamasıyla en çok biletli seyirciye sahip takım oldu. Kulüp ürünlerinde de, diğer ekonomik gelirlerde de üst sıralarda. Kısa sezon, kısa takvim, kısa alışveriş demek, azalan gelirler demek. Tüm NBA lokavttan daha şimdiden büyük ekonomik zarar gördü, ancak özellikle büyük pazar takımlarının zarardan da aslan payını alıyor olduğunu unutmamak lazım. O büyük pazar takımlarından biri olan Bulls, onca başarısız sezondan sonra tam da önemli bir rüzgarı arkasına aldığı bir dönemde böyle bir duraklamadan yara alacaktır.  Her ne kadar beklenen CBA'ler bu durumu çok daha fazla etkileyecek olsa da bu yazıyı CBA ihtimallerini göz ardı ederek yazdığımı belirtmek lazım.

Ligin vaktinde başlayabilmesi için henüz deadline'ı aşmış değiliz ancak çok yaklaştığımız bir gerçek. Bugün bir anlaşma olsa dahi özellikle hazırlık döneminin kısalmasının garanti olduğunu göz önüne alırsak, bu tezlerin bir kısmının 82 maçlık bir takvim söz konusu olsa bile gerçekleşme ihtimali var. Tabii tek dileğim avantajları ve dezavantajları bir yana, en kısa zamanda anlaşmanın sağlanması ve en azından maçların vaktinde başlaması. Çünkü NBA basketbolunu çok özledim, çok özledik.

Sonuna kadar sabredenler için D-Rose'un son reklamı da hediye olsun.

11 Eylül 2011 Pazar

Veda Ettik...


Kötü oynadığımız maçı bir şekilde son topa kadar getirmeyi başardık. Ancak yine son topu kötü kullandık ve böylelikle turnuva boyunca oynadığımız 8 maçın 5'ini kaybederek, 2011 Eurobasket'e veda ettik.

Teodosic'in domine ettiği ilk yarıda, Enes ve Emir'in oyuna girmesi ile aldığımız kenar katkısı sayesinde maçtan tamamen kopmadan soyunma odasına gitmeyi başardık. 8 sayı geride çıktığımız üçüncü çeyrekte Ömer Onan'dan da 9 sayılık katkı aldık ve Enes'in de iki tarafta gösterdiği gayret ve enerji ile maça ortak olduk. Sırbistan'ın dar rotasyonu oyunun her iki tarafında da enerjilerinin düşmesine neden oldu ancak serbest atışlarda felaket kötü bir performans sergilediğimiz maçta bir türlü öne geçmeyi başaramadık. Üçlüklerde 17'de 3 isabet bulmamız bir turnuva klasiği olarak yine karşımızdaydı. Maçın başındaki ribaund farkı Sırbistan lehineydi fakat özellikle üçüncü çeyrekte Ömer Aşık ve Enes'in pota altında birlikte oynadığı dakikalarda bu farkı kapattık. Aldığımız hücum ribaundlarının yanında daha yüzdeli hücum ederek Sırbistan'ın savunma ribaundlarını da kısıtlamış olduk. Orhun Ene'nin özellikle Enes'i 4 numarada savunmakta çok problem yaşayan Sırbistan'a karşı bu ikiliyi daha uzun süre sahada tutması gerekiyordu. İkinci yarıda kısalarımız Sırbistan'ı top kayıplarına zorlayarak biraz momentum bulmamızı sağladılar fakat serbest atış çizgisinden almamız gereken üretimi bir türlü alamadık ve maç son topa kaldı. Turnuva boyunca genel resim bu topta da değişmedi. Çok sıradan bir dip çizgi setinden sonra Ender topu Ersan'a verdi. Ersan içeri yüklenmek için yeterli zamanı olmasına rağmen topu alır almaz geri çekilerek şutunu kullandı ve girmeyen topla maçı kaybetmiş olduk.

Hedo'nun 34 dakikada sadece 8 sayı üretebildiği maçta Ersan da 10 sayıda kaldı. Çok iyi performans göstermesine karşın Enes, sadece 17 dakika süre aldığı maçta 11 sayı 5 ribaund üretti. Uzun savunmasında sıkıntılı Sırbistan karşısında en az 25-30 dakika süre alması gerekirdi. Bu maçla bir kez daha emin oldum ki turnuvanın topsuz oyunu en kötü takımlarından biriyiz. Gerek kenar oyunlarında, gerekse topun oyunda olduğu anlarda topsuz oyuncularımız çok hareketsiz. Ömer Onan dışında topsuz oyunda rakibi koşturan, yoran, faul aldırabilen oyuncumuz yoktu. O hareketsizlik ve isteksizlik kendini en çok kenar ve dip çizgi oyunlarında gösterdi. Emir bir kez 5 saniye hatasına düştü, en az 4-5 topu da bu hataya düşmemek adına yanlış oyuncuya attık. Son topta da benzer sıkıntı nedeniyle Ender topu Ersan'a atmak zorunda kaldı. Oysa çok daha iyi bir oyunla, çok daha iyi bir son top kullanabilirdik.

Artık turnuva bizim için sona erdi. Turnuva genelini, koçu ve oyuncuları değerlendireceğim yazılar olacak. Bu turnuvada potansiyelimizin altında kaldığımız bir gerçek fakat sonucun çok da büyük sürpriz ya da hayal kırıklığı yarattığını söylemem. Çeyrek finalden ötesini bu milli takım için zor görüyordum. Oraya bile varamadık. Artık yeniden yapılanma zamanı. Tahmin ediyorum ki Hedo, Ömer Onan, Kerem Tunçeri, Kerem Gönlüm artık milli forma altında göremeyeceğimiz oyuncular olacaktır. Yeniden şekillenecek kadroyla birlikte Orhun Ene isminin de yeniden değerlendirilmesi şart. Kötü turnuva performansımızda onun yanlış seçimlerinin de etkisi büyüktü. Ayrıca teknik açıdan turnuvaya takımı iyi hazırlayamadığını düşünüyorum.

Gelecek için çok ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Elimizde Enes gibi dünya çapında büyük bir yetenek, Ömer Aşık gibi çok değerli bir uzun, Emir gibi geleceği parlak bir skorer, Ersan gibi (kötü bir turnuva geçirse de) çok değerli bir 4 numara var. Bu takıma katılacak potansiyeller var. Sakatlığı nedeniyle performans göstermemiş Sinan Güler ve turnuvaya hiç gelmeyen Semih Erden var. Önemli olan bu turnuvada düştüğümüz hataları tekrarlamamak ve milli takımda yeni bir sayfa açmaktır. O sayfaların nasıl açılmasını gerektiğini önümüzdeki günlerde bol bol konuşuyor olacağız.

9 Eylül 2011 Cuma

Hak etmedik... Hak etmiyoruz...


İnançsızlık... Organizasyonsuzluk... Formsuz oyun kurucular... Kısır setler... Hiç biri yerlerde sürünen hücumlarımızı anlatmaya yetmiyor. Bu maçı kazanmaya yakın taraftık. Daha kaliteli ve daha derin kadromuza rağmen Almanlara ilk çeyrek dışında diş geçiremedik. Ne kazanmayı hak ettik, ne de çeyrek finali hak edecek bir basketbol oynuyoruz.

Turnuva boyunca çok düşük yüzdeli attığımız üçlüklerin yanına bir de serbest atış çizgisinden 22'de 10 atınca zaten sıkıntılı hücumlarımız iyice krize girdi. Son bölümde Ömer Aşık'ın hücum ribaundlarını toplayıp pota altında bitirdiği toplar olmasa maç farklı da bitebilirdi. Kenardan ya da dip çizgiden top çıkardığımız oyunları bir kez daha çok etkisiz kullandık. Ömer Aşık'ın 3 saniye hücum süresi kalmışken dipten çıkan topta üç sayı çizgisinde topu alması, bir kez düştüğümüz 5 saniye acemiliğine ikinci kez düşmekten kaçıştan başka bir şey değildi. Bu seviyede basketbol için bunlar kabul edilemeyecek kadar basit hatalar ve bu hatalar milli takımımıza hiç yakışmıyor.

Orhun Ene'nin maç içi tercihlerinde ciddi hatalar olduğuna inanıyorum. Özellikle oyuna gerek oyuncu değişiklikleriyle, gerekse molalarla müdahale etmekte çok geç kalıyor. Aksayan 5'leri değiştirmekten kaçınırken, ritm bulmuş oyuncuları bir anda kenara alabiliyor. Kendi basketbol felsefesinde elbette bu tercihlerini dayandırdığı doğruları vardır ancak sonuç olarak baktığımızda o doğruların sahaya yanlışlar olarak yansıdığı yadsınamaz bir gerçek. Ribaundlarda 43-34'lük üstünlük kurduğumuz bir maçı kaybetmiş olmamız salt olarak kötü hücumumuzla açıklanamaz. Savunmada bölüm bölüm iyi seriler çıkarsak da 2010 seviyesinin çok altlarında olduğumuzu kabul etmeliyiz.

Tepede uzunları kullanarak yaptığımız perdelemeler artık istediğimiz sonuçları hiç vermiyor. Hücumlarımız çok kolay savunulabilir hale geldi ve bu noktadan sonra oyuncularımızın yaratıcılığına kalmış durumdayız. Enes'in pota altı üretimi hariç bu alanda istikrarlı bir üretimden uzağız. Hedo eski atletizminden ve şut ritminden uzak, Ersan da hücumda ordan oraya perde yapan bir role bürününce sayı bulmakta iyice zorlanır hale geldik. Nowitzki'ye aşırı konsantre olmuş savunmamız Schewthelm'in 3 üçlüğüne engel olmayınca bir kez daha son bölümde maç çevirmeyi başaramadık. Kritik hücumda artık işi birebir savunmalara bırakmamız gerekirken ikili sıkıştırma sonucu çevirilen top sol dipten bir üçlük olarak daha potamızda bitti ve iyi savunma yapması ile övündüğümüz takımımıza bu sayıları yemek hiç yakışmadı.

Maça dair iki olumlu isim vardı bizim adımıza. Biri pota altında tüm pislikleri temizleyen ve son bölümde bizi oyunda tutan Ömer Aşık, diğeri ise genç yıldızımız Enes Kanter. Özellikle Enes'in pota altında hem Nowitzki'yi hem de Kaman'ı çaresiz bırakan hücumları sadece 19 yaşında bir genç oyuncu için büyük bir güzellik. Enes'in pivot ayağı üzerinde dönerek sabırla yaptığı hücumlar, güçlü fiziği ile birleşince onu çok durdurulmaz yapıyor. Orhun Ene'nin çok etkili olduğu anda onu sahadan alması gecenin yanlış kararlardan biriydi bana göre. İkinci yarıda ona gelen ikili sıkıştırma da bizim için bir şans olabilirdi fakat onu sahada az tuttuk. Ersan'ın sürelerinden çalmaması için Orhun Ene onu 5 numara olarak da oynatıyor fakat 4 numaralar karşısında çok daha etkili olan Enes 5 numarada hem daha çok yoruluyor, hem de istediği hücumları gerçekleştiremiyor. Son olarak Ömer Aşık'ın sezonun ikinci orta mesafe şutunda isabet bulmuş olması da gözlerden kaçmamalı :)

Sadece maçtan maça değil maç içerisinde dahi çok dalgalanan bir oyun oynuyoruz. Fakat genel resme baktığımızda çeyrek finali hak edecek bir basketbol oynamıyor olduğumuz da bir gerçek. İlk gruptan mucizeden hallice çıkışımız bir kez daha tekrarlanır mı bilemiyorum. Ancak çok daha fazla kırılmış güvenimiz ve iyiden iyiye kaybolan takım havamızla bundan fazlasını beklemek hayalcilik olacaktır. 

6 Eylül 2011 Salı

İkiyüzlü Türkiye!


İspanya maçından sadece bir kaç saat önce bu turnuvanın bizim için artık bittiğini düşünüyordum. Büyük Britanya'nın turnuva başında hem Portekiz'i hem Polonya'yı yeneceğini iddia ettiysem de turnuvada dar bir rotasyona gitmeleriyle birlikte, bizi yenerek üst gruba çıkma şansını yakalamış bir Polonya'yı yenebilecekleri hakkında şüphelerim vardı. Kaldı ki Polonya yenilgisi ile edindiğimiz moral bozukluğuyla gruptan çıksak bile, üst grupta farklı yenilgiler alarak daha fazla azap çekeceğimizi düşünmüştüm. Bizi ancak Britanya galibiyeti sonrası gelecek bir İspanya galibiyeti havaya sokabilirdi ki, tüm ihtimaller içerisinde en düşük ihtimal de buydu.

Fakat sporun belki de en sevdiğimiz taraflarından birisi, olması çok düşük ihtimalli şeylerin beklenenden daha sık gerçekleşmesi. Pau Gasol'un sakatlık haberi ve Britanya'nın galibiyeti bir anda bize bir umut oldu. Gasol kardeşler ve Ibaka ile İspanya lehine olan pota altı dengesi, Gasol biraderlerden büyük olanının eksikliğiyle bizim lehimize değişti. Kısalarından Litvanya maçı hariç istediği verimi alamayan İspanya pota altında da dengeyi kaptırınca maç ortaya geldi.

Ender Arslan için turnuva başında iki ucu keskin bıçak yorumu yapmıştım. Dün bıçağın bizi değil rakibi kesen tarafı sahadaydı. Sadece hücumumuzu hareketlendirmekle kalmadı, Kerem'in turnuva boyunca çok aksadığı savunma tarafında da rakip kısaları çok rahatsız etti. Hala kabul edilemez hatalar yapıyor fakat dün ihtiyaç duyduğumuz enerji ve hareketliliği bizim adımıza sahaya yansıtan isim Ender'di. Ömer'in pota altında devleşmesi, Ersan'ın son bölümde ribaundları teker teker toplaması, Hedo'nun en kritik anda attığı üçlük... Tüm bunlar duygusal bir takım olmamızın bir sonucu. Polonya'yı savunmaktan aciz takım gitti ve yerine İspanya'ya dakikalarca sayı izni tanımayan ve tarihi bir seri ile maçı noktalayan bir takım geldi. Şüphesiz ki turnuva boyunca görmek istediğimiz takım buydu.

İspanya tarafında Gasol'un eksikliği büyük fakat maçın kaybedilmesinin tek nedeni değil. Litvanya maçının ilk yarısı dışında turnuva genelinde İspanyol guard'lar istenilen seviyede oynayamıyor. Ömer'i savunurken aldıkları faullerle faul problemine giren uzunlar da agresifliklerinden feragat etmek zorunda kalınca son bölümde biz sertliği kademeli olarak arttırırken İspanyollar vidaları git gide gevşetmek zorunda kaldılar. Belki de turnuvanın en değerli oyuncusundan mahrumken bu maçı kaybetmek onlar için kabul edilebilir fakat bu kadar iyi performans koydukları ilk gruptan rakipleri ile birlikte birer galibiyetle çıkmış olmak sonuç olarak hayalkırıklığı yaratmış olmalı. Bu yenilginin ikinci turda İspanyolları nasıl etkileyeceğini merak ediyorum doğrusu.

İkinci turda artık şakaya, hataya yer yok. Burada hiç bir şey telafi edilebilir değil. Çeyrek final için ilk dördün içine atmamız gerekiyor kendimizi. Taşıdığımız bu galibiyet altın değerinde olacak. İlk rakibimiz ise Fransa. Dün Sırbistan karşısında son yılların en zevkli maçlarından birini çıkartan Fransa maçı uzatmada kazandı ve ikinci tura yenilgisiz gelmeyi başardı. Tony Parker'ın sürüklediği takımda bizim çocuk Noah'da forma giyiyor. Batum, Diaw, Seraphin, Gelabale vs.. vs.. özetle Fransa çok atletik bir takım. Çok iyi hücum edemiyorlar ama atletizimleri sayesinde topladıkları hücum ribaundları ile kötü hücumlarını telafi ediyorlar. Ve çok iyi savunma yapıyorlar. Biz İspanya maçının son bölümünde yaptığımız savunmayı bu maçta 20-25 dakikalara çıkartabilirsek maçı kazanabiliriz. Özellikle şut konusunda sıkıntılı takıma karşı 2-1-2'yi sıklıkla kullanırken görebiliriz Ene'yi. Bu maçın bir diğer enteresan yönü de iki Bulls'lu pivot Ömer ve Noah'ı karşı karşıya getirecek olması. İki yakın arkadaş ilk kez bir resmi maçta birbirlerine rakip olacaklar ve maç boyunca da sık sık karşıya gelecekler. Dileğim Fransa karşısında alınacak bir galibiyetle iyice 2010 havasına girmemizdir.

4 Eylül 2011 Pazar

Yazık Ettik!


Yazık oldu diyemiyorum çünkü daha çok biz yazık ettik. İyi başladığımız turnuvada ufak bir Litvanya kazası yaşamışken, bugün herşeyi mahveden ikinci bir kaza yaşadık. Rahat geçmesini beklediğimiz maçı önce zora soktuk, sonra da kaybederek gruptan çıkma şansımızı zora soktuk.

Polonya tarzı takımlara karşı maça rehavet içinde başlamak maçı rahat götürmenizi engeller. Nitekim grubun ilk maçında İspanya bu hataya düşmüştü ve zor da olsa maçı kazanmayı başarmışlardı. Maçın başında takımın maça ortak olmasını engellemek lazım aksi takdirde dakikalar ilerledikçe oyuncuların özgüvenleri artıyor ve maçı kazanabileceklerine dair inançları artıyor. Aynı oranda da dirençleri artıyor. Özellikle Polonya için Litvanya maçı ile havasını kaybetmiş bir Türkiye hedef durumundayken. Nitekim biz de bu hataya düştük ancak biraz da hakemlerin maça etkisiyle İspanya'nın aksine kazdığımız çukurdan çıkmayı başaramadık.

Maçın başında aldığı iki erken faul sonrası savunmamızın demiri konumundaki Aşık kenara gelmek zorunda kalınca önemli bir savunma etkisinden olduk. Ömer pota altında uzun savunmasında olduğu kadar yardım savunmasında da çok etkili ve bu da genel takım savunmasını yukarı taşıyor. Ondan yardım gelmesine çok alışık kısalarımız yardım savunması konusunda henüz çok eksik olan Enes'e yapabileceğinden fazla savunma görevi yükleyince basit sayılar yemeye başladık. Özellikle kafa olarak maçta olmamamız nedeniyle bir çok kolay baskete izin verdik. Tüm sahayı geçen iki uzun pas, 3-4 tane back door cut'a inen paslar bize hiç yakışmayan kolay sayılar olarak potamızda bitti. Maç boyu savunma tonunu istediğimiz düzeye çekemedik ve Polonya gibi bir rakipten 84 sayı yedik.

Üçüncü çeyrekte özellikle Enes Kanter'in etkisi ile ağırlığımızı sahaya koymaya başlamıştık ki çeyrek sonunda hakemlerin üst üste verdiği hatalı kararlar bir anda hem arkamıza aldığımız rüzgarı kesti, hem serbest atışlarla aradaki farkın kapanmasına neden oldu, hem de son çeyrek öncesi tam da havlu atmak üzere olan Polonya'ya müthiş bir aşı oldu. Tabii ki hakemlerin kötü yönetimi etkili oldu fakat bu maçın kaybedilmesinin ilk sorumlusu o ana kadar bulmamız gereken farkı bulamamış olmamız nedeniyle yine biziz. Ancak bundan bağımsız olarak FIBA hakemlerinin bir maçın kaderi üzerinde bu kadar etkili olmasının da bir şekilde önüne geçilmesi lazım.

31-21 ribaund üstünlüğü kurduğumuz maçta yine felaket yüzdeyle üç atınca bu üstünlüğü skora yansıtamadık. Turnuva genelinde hakemler özellikle penetrelerde çok kolay fauller çalıyorken bu kadar dış şut kullanıyor olmamız da eleştiri konusu olmalı. Hedo, Emir, Kerem, Ersan ve hatta Onan'la topu potaya götürmeyi denememiz gerekiyordu. Savunma dengesini bozacak dirve and kick'leri de bu maçta pek göremedik. Hücumlarımız bir kez daha pick n roll ağırlıklı gitti ve içeri devrilen uzunlara pasları geçiremedik. Litvanya gibi Polonya da pick n roll savunmasına özellikle odaklanmış durumdaydı ve kaliteleri izin verdiği düzeyde bunu da iyi yaptılar. Devreye Enes'in sırtı dönük oyunu girdi fakat maç sonunda ondan da yeterince faydalanamadık. Hücum çeşitliliği istediğimiz düzeyde değildi fakat maçı bize kaybettiren başta değindiğim gibi hücumumuzdan çok, savunmamız oldu.

Bu yenilgi ile birlikte gruptan çıkma şansımızı çok zora sokmuş olmamız bir yana, gruptan çıksak dahi bu moral motivasyonla çıktığımızla kalırız muhtemelen. Bizi ancak yarın alınacak bir İspanya galibiyeti ihtiyacımız olan havaya sokar ama İspanya her ne kadar istediği düzeyde bir turnuva geçirmiyor olsa da grubun en güçlü takımı ve biraz sonra oynanacak maçta Litvanya'yı yenseler de yenilseler de bizim maça mutlaka kazanmak için çıkacaklar. Bizim çok güçlü olduğumuz pota altının turnuva genelinde belki de en güçlüsü durumda olan İspanya'yı yenebilmek için turnuva genelinde hiç oynamadığımız kadar ekstra oynamamız gerekiyor. Üstelik Polonya'nın Britanya'yı yarınki maçta bugün elde ettiği hava ve motivasyonla yenmemesi için hiç bir sebep yok. İddiası kalmamış bir Polonya'yı üzebilirdi belki Britanya ama zaten dar bir rotasyonla oynayan takım, gruptan çıkma hedefine kilitlenmiş bir Polonya karşısında çok uzun süre direnemeyecektir.

Bu kadar olumsuzluk içerisinde maça dair tek olumlu şey sanırım Enes Kanter'di. Enes'in özellikle post oyunu sırasında dip çizgiden yardım geleceğini sezince ortaya doğru stop yapıp tekrar dibe adım alarak bitirdiği pozisyonlara hayran kalıyorum. Bu hem akıl, hem zamanlama, hem de rakibi omzunuzla itmeniz gerektiği için güç gerektiren bir hareket ve bunların hepsi Enes'te var. Dünya çapında bir yıldıza dönüşebilecek bir potansiyeli var ve yaşının çok ötesinde bir basketbolu şimdiden oynayabiliyor. NBA'de geçireceği 2-3 yıl sonra nasıl muhteşem bir yıldıza dönüşeceğini izlemek Türk basketbolseverler için çok büyük bir keyif olacaktır. Keşke turnuvada daha ileri gidebilseydik de hem basketbolseverler onu daha uzun izleyebilseydi, hem de Enes bu tecrübeyi daha uzun süre yaşayabilseydi.

2 Eylül 2011 Cuma

Sonunu Getiremedik



Özellikle basketbolda dillerden düşmeyen bir terim vardır: "Ekol". Aslında herkesin ekolden anladığı farklıdır ve anlatmak zordur. Dün maçın belki de kaderini etkileyen bir kaç strateji ekolun ne olduğunu ve Litvanya'nın neden bu sınıfa girdiğini gösterir nitelikteydi.

Kadro kalitesi olarak Litvanya'dan üstün bir takımız. Kendi oyunumuzu doğru bir şekilde sahaya yansıttığımız müddetçe yenebileceğimiz bir ekip. Litvanya'nın bizi yenmek için bu kalite farkını kapatacak bir farklılık yaratması gerekiyordu. Ve bu sahaya özellikle iki yönüyle yansıdı. Hücum setlerimizin yoğunlukla pick n roll üzerinden gittiğini bilen Litvanya, esasen çok iyi bir savunma takımı olmamasına rağmen müthiş bir pick n roll savunması uyguladı. Perde geldiğinde uzunu çıkarttılar ve bu esnada arkada kalan oyuncu uzunlara direk inmesi muhtemel pası kesmek için pas arası rotasyonuna geldi. Biz topu uzuna indirmek için yan pası yaptığımız an tekrar adam değiştirerek hem oyunu bozdular, hem de hücum süremizden ciddi süre çalmayı başardılar. Böyle bir savunma tercihine karşılık yapılması gereken perdelemeyi kullanan oyuncunun uzunu üzerine aldığı an geri çekilerek rotasyonu ve geri adam değiştirmeyi engellemesiydi. Ve ne yazık ki biz bunu maç boyunca sadece bir kez Ender'in, Ömer Aşık'a indirdiği topla yapabildik. Litvanya'nın özellikle Ömer Aşık'ın adamını kullanarak yaptığı perdelemelerde ise Aşık'ın dışarı çok çıkmamasından dolayı sürekli perdenin altından geçmeye çalışarak Litvanya kısalarına bir sürü boş atış imkanı verdik. Maçın bitimine 2 dakika kala dahi bu stratejiyi sürdürmemiz çok büyük bir hata oldu.

İlk iki maçta göz çarpan bir diğer eksikliğimiz ise özellikle uzun topların uzağa düşen ribaundlarında kısalarımızın yeterli katkıyı verememesiydi. Litvanya bu eksiğimizi de çok iyi okuyarak kısalarını özellikle bu toplarda 3 sayı civarında dizerek, o topları hücum ribaundu olarak topladı. Elimizde Ömer Aşık, Enes Kanter gibi çok iyi ribaundçu oyuncular olmasına rağmen çok üst düzey uzunu olmayan Litvanya'ya karşı ribaundlarda 31-30 geride kaldık. Üstelik iyi savunma yapmamıza rağmen o hücum ribaundları potamıza sayı olarak döndü ve bu da maçı koparmamızı engelledi.

Hem Kerem'in, hem de Hedo'nun kötü gününde olması hücumda verimliliğimizi ciddi derecede kısıtladı. Bunda özellikle çeyrek sonlarında ve maç sonlarında çemberden uzaklaşarak kullandığımız şut tercihleri de çok etkili oldu. İçeri drive'larımızda temaslara kolay çalan hakemlerle düdükleri almamıza rağmen, kötü şut gününde olduğumuz bir maçta bunda ısrarcı olmamız gerekirdi. Emir, Hedo, Ender, Ömer Onan ve hatta Ersan ne zaman çembere gitse bir şeyler üretmeyi başardık ve çeyrek sonlarında potaya gitmekte kararlı olmamız en azından çizgiye gelmemizi sağlayabilirdi.

Maçla ilgili olumlu bir kaç şey var ve onlardan biri Ersan'ın kendini bulması. Onun istikrarlı üretimine önümüzdeki maçlarda da çok ihtiyacımız olacak. Ömer Aşık'ın da genel olarak iyi performans sergilemesi, Enes'in kendisinden beklenen katkıyı vermesi iyi sinyaller. Kendi seyircisi önünde Litvanya'yı yenmek önemliydi ve elimize gelen fırsatı kaçırdık diyebiliriz. Fakat turnuva devam ediyor ve önümüzde hala kazanılması gereken çok önemli bir İspanya maçı daha var. Pazar günü Polonya karşısında çok zorlanacağımızı zannetmiyorum fakat İspanya maçı da bu atmosferde geçecektir. Maçın analizini iyi yaparak hataları belirlemek ve defoları turnuva ilerlerken kapatmak zorundayız. Aynı zamanda Litvanya gibi rakibe karşı farklı tercihler, rakibin zaaflarından yararlanacağımız stratejiler üretmemiz gerekiyor. 

1 Eylül 2011 Perşembe

Geliyoruz Litvanya!


Zorlu geçmesini beklediğim Britanya engelini yine muhteşem savunmamız sayesinde rahat geçtik. Maça damgasını asistlerde yaptığımız 24'e 5'lik fark vurdu. Hazırlık döneminin aksine topu çok iyi paylaştık ve maç boyu iyi organize olmayı başardık.

Önce Deng üzerinden oynadığımız pick n roll'ler, sonrasında da drive n kick'ler sonrası gelen üçlüklerle maçın başında hücumumuzu rahatlattık. Hedo'nun erken iki faulü sonrası oyuna giren Emir çok etkili olmayı başardı ve zaman zaman 2-1-2 alan, zaman zaman da adam adama yaptığımız savunmamızla maçı erken koparmayı başardık. Britanya'nın dün son bölüme kadar başabaş giden bir maçı dar rotasyonla oynaması, bu maçta onları sıkıntıya düşürdü. Özellikle faul problemine girmemek adına agresifliklerinden ödün vermek zorunda kaldılar. Deng'in düne oranla daha az etkin olması hücumda çok opsiyonsuz kalmalarına neden oldu. Ömer'in nefis savunması zaten malum, ancak özellikle Enes'in de pota altında bu kez çok daha doğru savunma yapması işimizi kolaylaştırdı.

Dünya şampiyonasında olduğu gibi bu turnuvada da görünen o ki, erken güven bulduğumuz maçlarda hücumumuz giderek yükseliyor. Savunma temelli bir takım olmamız böyle maçları daha rahat almamızı sağlıyor. Bu tarz takımların güvenini erken kırmak ve maç direncinden uzaklaştırmak maçın kalanı için büyük avantaj. Portekiz maçında olduğu gibi bu maçta da Orhun Ene rotasyonu çok iyi ayarladı. Dağılan dakikalar sayesinde Litvanya maçına diri çıkma şansına sahibiz. Enes ve Emir'in kenardan yaptıkları muazzam katkıyı istikrarlı bir şekilde turnuvaya yaymayı başarabilirsek, ilerlemememiz için hiç bir sebep yok.

Britanya'nın 11 üç sayıda sadece 1 isabet bulmaları onlar için öldürücü oldu fakat bazı şutların çok boş olması yarın için bir uyarı olmalı. Litvanya çok şutör bir takım ve savunma dengemizi bozmaya çok müsait bir oyun yapıları var. Yarın önceliğimiz Litvanya'nın hücumlarını durdurarak oyun yapılarını bozmak olmalı. Litvanya çok iyi bir savunma takımı değil ve hücumda topu böyle paylaşmaya, doğru şutu bulmada israr etmeye devam edersek çok sorun yaşayacağımızı zannetmiyorum. Bizim için asıl tehlike maçı siz atın biz atalıma döndürmek olacaktır. Savunmada mutlaka sertlik göstererek, önceliği Litvanya'yı durdurmaya vermeliyiz.

Bir maç daha turnuva bizim için başlayamadı ama bu son olacaktır. Yarın gerçek gücümüzü görebilmek ve turnuvada nereye kadar gidebileceğimizi ufaktan belirlemek adına çok önemli bir maça çıkacağız. Litvanya karşısında kazanmak grup içindeki yerimiz için olduğu kadar vereceğimiz mesaj açısından da çok önemli. Turnuvanın favorileri arasında gösterilen Litvanya kendi seyircisi önünde bu maça çok hazır çıkacaktır fakat savunmamızı bu seviyede yapmaya devam eder, hücumda topu paylaşmayı sürdürürsek onları yenmememiz için hiç bir sebep yok.

Portekiz Kıvılcımıyla Ateşi Yaktık


12 Dev Adam 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda ilk maçında Portekiz'i rahat geçti. Tüm turnuvanın en zayıf ekiplerinden biri görünümünde olan Portekiz'le ilk maçı oynamak bizim için büyük bir şanstı, biz de o şansı iyi kullandık.

Maça tutuk başlasak da ısındıkça istediklerimizi sahaya yansıtmayı başardık ve farkı açarak rahat bir galibiyet aldık. Özellikle hazırlık dönemi boyunca hücumdaki organizasyonsuzluğumuzdan uzak bir görüntü sergilememiz umut vericiydi. Savunmanın başarısı kadar Portekiz hücumlarının başarısızlığı ve kadronun kısıtlı yapabilirlikleri de farkta önemli rol oynadı. Orhun Ene'nin rotasyonu çok başarılı bir şekilde sahaya yansıtması, grubumuzdaki diğer güçlü rakiplerimiz İspanya ve Litvanya'dan farklı olarak ilk maçtan çok yıpranmamızı engelledi. En çok süre alan oyuncumuzun (Enes Kanter) sahada sadece 22 dakika kalmış olması önümüzdeki çok daha zorlu maçlar öncesi, uzun turnuvada diri kalabilmemiz açısından önemli.

Bu maça dair bizi en çok sevindiren unsurlardan biri Enes'in başarılı performansı oldu. Uzunları çok kısıtlı Portekiz'e karşı çarkın dişlilerinden biri olma yolunda büyük bir adım attı Enes. Kendi güveninden çok takımın ve koçların ona olan güvenini arttırması ve Enes'i oyun planımızın önemli bir parçası yapmaktan geri durmamaları açısından dün gösterdiği performans çok değerliydi. İzzet de dahil tüm oyuncularımızın süre aldığı ve hepsinin sayı bulduğu bu maç, bizim için resmi bir hazırlık maçı niteliğindeydi. Evet, Portekiz ciddi derece zayıf bir rakip fakat bizim ilk maçtan kafalarda soru işaretleri bırakacak zorlu bir rakipten çok güven aşılayacak bir galibiyete ihtiyacımız vardı ve o galibiyeti de doğruları yaparak elde ettik.

Düne dair tek olumsuz sinyal Portekiz gibi kısa bir takıma karşı ribaundlarda 42-38 geride kalmış olmamız. Portekiz 16 hücum ribaundu almayı başardı ki bu ribaundların çoğu uzak mesafe şutlarından gelen ve uzağa düşen toplardı. Bu noktada görev uzunlarımızdan çok kısalarımıza düşüyor. Özellikle Britanya karşısında kısalarımızın mutlaka ribaund katkısı vermesi gerekiyor.

Savunma yönünde çok fazla bir öngörü yapmak mümkün değil. Portekiz savunmamızı test edecek kalibrede bir takım değil. Maç boyu adam adama savunma yaptık. Dünya şampiyonasında çok etkili uyguladığımız baskılı 2-1-2'yi Litvanya maçına kadar göremeyebiliriz. Tanjeviç'in imdat çekici olan bu savunmayı Orhun Ene'nin ne kadar tercih edeceğini ise merak ediyorum doğrusu.

Bizim için turnuva bugün başlıyor diyebiliriz. Britanya bizim yakından tanıdığımız Luol Deng'in sürüklediği bir takım. Kısıtlı bir rotasyonla mücadele ediyorlar. Deng dün 40 dakikanın tamamında sahada kaldı. Bulls'da da yaklaşık 40 dakika ortalama ile oynuyor fakat Britanya'da oynadığı kadar yoğun oynamıyor bu 40 dakikayı. Dün maçı 25 sayı 10 ribaund 4 asist 2 blok ile tamamladı fakat düşük yüzdeli şut attı. Çoğu zaman aldığı ribaund sonrası topu sürerek hücuma gelip savunma yerleşmeden bitirmeye çalışıyor. Bir çok hücumu da tepede potadan uzak aldığı topları bire bir oynayarak sayıya çevirmeye çalışıyor Deng. Savunmada Hedo, Ersan ve Emir'i değişmeli olarak ona vererek elimizden geldiğince yıpratmalıyız onu. Bir şekilde yine 20'li sayıları bulacaktır fakat önemli olan Deng'den çok diğerlerini iyi savunmak. Yük dün Litvanya maçında olduğu kadar Deng'in üzerinde olursa, bize karşı da galibiyet almaya yetmeyecektir bu. Britanya'nın beni asıl endişelendiren yönü ise agresif ve sert savunmaları. Litvanya hücum organizasyonlarını ciddi şekilde bozmayı başardılar bu savunmayla. Son çeyrekte gelen üçlük yağmuru olmasaydı maç ciddi krize girmişti Litvanya için. Bugün daha yorgun ve daha yıpranmış olmaları bizim için bir şans, fakat Britanya'nın yabana atılmayacak bir takım olduğunu da unutmamak lazım.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

12 Dev Adam, 12 Ayrı Resim

Dün milli takımın genel görüntüsünü değerlendirmiştim. Bugün ise tek tek oyunculara daha yakından bakalım.

Hidayet Türkoğlu: Toronto'da geçirdiği felaket sezonun ardından 2010 Dünya Şampiyonası'nda takımımızın final yolculuğunda baş aktörlerindendi. Yeni sezonda Suns'a takas oldu ve Steve Nash ile birlikte oynama fırastı buldu. Fakat Alvin Gentry'nin onu 4 numara oynatmak istemesi özellikle Hedo'nun savunma konusunda ciddi sıkıntı yaşamasına neden oldu. Nash'in topu domine ettiği oyun sisteminde git gide nokta şutörü olmaya doğru gitti. Yaşadığı sakatlıkların da etkisiyle önce ilk 5'teki yerini kaybetti sonra da dakikaları ciddi derecede azaldı. NBA kariyerinde tam en dibe düşmüşken imdadına eski yuvası Orlando yetişti ve takasla Hedo'yu tekrar çok değerli olduğu sisteme döndürdü. Bir kaç maçlık balayından sonra Orlando'nun istenilen seviyeye gelememesi ile birlikte tekrar eleştirilerin hedefi oldu. Özellikle play-off'larda Atlanta'ya elenen takımda başta Hedo olmak üzere bir çok oyuncu Howard'a yeterince destek veremediği gerekçesi ile başarısızlığın sorumlusu olarak gösterildi.

Suns günlerinde Nash'tan edindiği sağlıklı beslenme alışkanlığını Orlando'ya takas edilince Phoenix'te bıraktığını sanıyorum Hedo'nun. Şu anki görüntüsü Suns günlerinden 5-10 kilo fazlası olduğunu gösteriyor. Olimpiyat vizesi alınamadığı takdirde bu Hedo için son milli takım macerası olabilir. Neredeyse her yazını milli takımla geçiren Hedo'nun, ilerleyen yaşını da göz önüne alırsak yazları dinlenmek en büyük hakkı. Aslında o milli takımda uzun yıllar süren yıldız savaşlarında kazanan isim. 2005 Avrupa Şampiyonası'nda yaşanan kabus performanstan sonra 2006 Dünya Şampiyonası'na giden ve dünya 6.sı olan genç ekibe tekrar katılıp onlara liderlik etmesi istendi. Kadronun beklentisizliğin getirdiği rahatlıkla ve son yıllarda milli takımda çok az görülen paylaşma ve arkadaşlık duygusuyla elde ettiği başarıda eksikliği en çok hissedilen, oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluğu alabilecek ve kendi şutunu yaratabilecek bir saha içi lideriydi. Hedo 2005 krizinde tasfiye edilen ego'lardan takıma geri dönmeyi en çok hak eden oyuncuydu. Tüm takımın yerlerde süründüğü 2005 hariç çoğu şampiyonada takım dökülürken dahi ayakta kalabilen tek isim oldu. Nitekim onun takıma geri dönüşü ile birlikte önce 2009 Avrupa Şampiyonası'nda elde ettiğimiz önemli galibiyetler sonrasında da 2010 Finali geldi. Hedo'nun son misyonu ise milli takıma olimpiyat vizesi aldırarak milli kariyerini olimpiyatlar ile sonlandırmak.

Hedo'yu bizim için çok değerli kılan takıma yaptığı liderlikten çok sıkıntı çektiğimiz hücumlarımızı rahatlatabilecek bir oyuncu olması. Her ne kadar eski atletizminde olmasa da Hedo hala kendi şutunu yaratabilecek, el üzerinden şutlar atabilecek bir isim. Çok iyi bir pick n roll oyuncusu. İyi bir uzun mesafe şutörü. İhtiyaç duyulduğunda topu getirebilecek, point forward olarak özellikle Kerem'in sahada olmadığı dakikalarda çok eksikliğini duyduğumuz oyun zekası ve organizasyonu milli takım adına sahaya yansıtabilecek bir oyuncu. Tecrübe ile birlikte egosunu da ciddi derecede törpüledi.

Hedo ile ilgili sorun şu ki, o bir takım için ideal  lider tipi değil. Lider olmak için fazla duygusal yapıya sahip. İşler iyi gittiğinde çok sorun yok fakat işler kötü gittiğinde diğer arkadaşlarını ayağa kaldırabilecek yapıda bir oyuncu değil. Kötü zamanlarda içine kapanan bir yapısı var. Bu takım olarak bizim yapımızla çok aynı ve lider oyuncunun takım yapısı ile bu kadar aynı olmasının getirdiği dezavajları hep yaşadık. İyiyken çok iyi, kötüyken ise çok kötü olmamızda bu durumun çok etkisi var. Bu konuda Ömer Onan, Kerem Tunçeri de Hedo'dan çok farklı değiller.

Kabul etmemiz gereken gerçek ise onun iyi durumda olmasına, şutuna güveninin tam olmasına çok ihtiyacımız var. Ersan'la birlikte en istikrarlı skorerimiz yine Hedo olacaktır. Bir çok hücum, set istenildiği gibi gitmediğinde top yine onun elinde olacaktır. İstediği gibi başlayamadığı 2010 Dünya Şampiyonası'nda en ihtiyaç duyduğumuz anda ritmini bulmuştu ve o büyük başarıda çok etkili oldu. Benzer bir görevi bu şampiyonada da ondan bekliyoruz.

Ersan İlyasova: Sessiz, sedasız fakat oldukça başarılı bir şekilde geçirdiği sezonu, talihsiz bir sakatlıkla sekteye uğradı. Geçirdiği beyin sarsıntısı sonrası uzun süre forma giyemedi. Sezon sonlarına doğru döndü fakat eski Ersan'ı sahada göremedik. Yokluğunda değişen takım yapısı ve rotasyonun da etkisiyle fazla süre alamadan milli takıma geldi. Çok kötü bir hazırlık dönemi performansı sergiledi. En az Hedo kadar Ersan'ın da hücum performansına çok ihtiyacımız var. Soğukkanlı yapısı, eşleşme problemi yaratan hücum tarzı ve pota altından ekmeğini taştan çıkaran enerjisi ile Ersan bizim takımımız için eşsiz bir değer. Özellikle istikrarlı üretimi ikamesi en zor silahı. Portekiz ve Britanya maçları ile birlikte şut ritmini bulması ve kendine gelmesi şart. Aksi takdirde bu turnuva bizim için çok daha kısa sürebilir.

Ömer Aşık: Çok önemli bir çaylak sezonu geçirdi. Boozer'ın sakatlığı ile sezon başında kısıtlı süre alması beklenirken rotasyonun parçası oldu. All-Star arasına kadar Noah'ın da ameliyat olması ile sürelerini korudu. All-Star arasından sonra Noah'ın takıma dönmesi ile kısa bir süre dakikalarında ciddi azalma olsa da Kurt Thomas'ın tamamen rotasyon dışında kalması ve Noah'ın bir türlü istenilen ritmi bulamamasıyla birlikte tekrar rotasyonun parçası olmayı başardı. NBA'in en iyi savunmacı uzunlarından biri olduğunu tekrar tekrar ispatladı ve Bulls'un çok değerli bir parçası haline gelmeyi başardı. Çok çalışıyor ve ne kadar gelişim gösterdiğini bu şampiyonada cümle aleme gösterecektir. Ron Adams ile yaptığı uzun süreli çalışmaların karşılığını bu şampiyonada daha rahat alacaktır. Heat serisinde geçirdiği talihsiz sakatlık olmasaydı çok daha güçlü bir şekilde gelecekti milli takıma. Özellikle iyice toparlanmış olan kondüsyonu sakatlığı sonrası yine düşmüş görünüyor. Yardım savunması, screen'leri, hareketli devrilmeleri ile milli takımın en büyük pota altı değeri. Çok iyi bir turnuva geçireceğine eminim.

Kerem Tunçeri: Real Madrid kariyeri ile birlikte Kerem çok büyük gelişim gösterdi. Basketbol yetenekleri her zaman üst düzeydi fakat oyun kuruculuğun altını doldurmaya gerçek anlamda bu dönemden sonra başladı. Şu an milli takım için en önemli değerlerden biri. Saha içi organizasyonu sağlayan gizli lider. Onun sahada olmadığı dakikalarda son sürat yoldan çıkabiliyoruz. Öyle bir dağılıyoruz ki tanınmaz bir hale geliyoruz. Hazırlık kampı boyunca özellikle çok dağınık oynuyor olmamızda onun olmasını istediğimiz Kerem olamamasının etkisi çok büyüktü. Yaşadığı sakatlığın etkisinden tamamen kurtulmuş olmasını diliyorum. Kerem sağlıklı olmadıkça, 2005'ten çok farklı bir görüntü oluşmayacaktır.

Ömer Onan: Çok iyi bir dış savunmacı olmakla yetinmedi, önemli bir dış skorer de oldu. Kariyerinin son dönemlerinde bu kadar büyük gelişim göstermesi çok takdir gerektiriyor. Onun ekstra skor katkısına özellikle kritik maçlarda ihtiyacımız var. 2-1-2 alan savunması sırasında kısalara yaptığımız o müthiş baskıda da rolü büyük. Fenerbahçe Ülker ile iyi bir sezon geçirdi ve hazırlık kampında da iyi durumda göründü. Tek başına maç kazandıracak bir oyuncu değil ama galibiyette kilit rol oynayacak bir oyuncu haline geldi. Önemli sürelerde, önemli görevler onu bekliyor olacaktır.

Enes Kanter: Çok büyük bir yetenek. Muhteşem bir potansiyel. Bu turnuva onun için çok büyük bir şans. Hazırlık döneminde gittikçe iyiye gitti. İlk maçlardaki sudan çıkmış balık görüntüsünden sıyrılması önemliydi. Bu takıma yeni katıldığını ve takımdaki herşeyin onun için yeni olduğunu da unutmamak lazım. Ben Enes'in iyi bir turnuva geçireceğini düşünüyorum. Ersan gibi o da ekmeğini pota altından çıkarabilir. Müthiş ribaund sezgileri ile hücum ribaundlarında bize çok değerli katkılar yapacaktır. Savunmada daha soğukkanlı kalmalı ve yardım savunması konusunda da alacağı çok yol var. Fakat özellikle Semih Erden'in yoklduğunda, Enes'in pota altı üretimi, turnuva boyunca 8-10 sayılık 4-5 ribaundluk katkı yapması bizim için çok değerli olacaktır.

Emir Preldzic: İbrahim Kutluay milli takımı bıraktığından beri 2 numaradan ciddi bir skor katkısı alamıyor oluşumuz onu devşirmeye kadar giden bir arayışa itti bizi. Emir yetenekli bir oyuncu ve kendi şutunu yaratabilen nadir oyunculardan biri takımda. Ne kadar faydalı olabileceği ise ne kadar kontrol altında tutulabileceğine bağlı. Zaman zaman kahraman olmak adına çok fazlasını yapmaya çalışması takıma zarar verebilir. Özellikle takıma katılmasından bazı oyuncuların rahatsızlık duyduğu dedikodularının da kulağımıza geldiği şu günlerde soyunma odası ahengi için bir tehdit oluşturuyor Emir. Ancak kenar oyuncularımızın sahada olduğu anlarda onun hücum gücüne çok ihtiyacımız olacağı yadsınamaz bir gerçek. İyi bir turnuva geçirmesi bizim hangi noktaya gideceğimizi göstermesi açısından belirleyici faktörlerden biri olacaktır.

Sinan Güler: Ameliyatı sonrası eski formunu bulması ne kadar sürer bilemiyorum. Onun kenardan getirdiği enerji 2010'da bize çok büyük katkı yapmıştı. Bu turnuvada daha da çok ihtiyacımız olacaktır. Hem savunma yönünde, hem de hücum tarafında partinin ortasında içilen enerji içeceği etkisi yapıyor Sinan. Uzun mesafe şutlarını biraz daha istikrara soksa çok daha değerli bir parça haline gelebilir.

Ender Arslan: İki ucu keskin bıçak. Kontrolsüz bir enerji Ender. Bu bazen takımın ihtiyaç duyduğu adrenalin enjeksiyonu da olabiliyor. Treni raydan çıkaran etken de. Oyun kurucu olarak asla örnek gösterilecek bir isim değil. Yine sık sık Emir'i ve Hedo'yu, Kerem'in olmadığı anlarda top getirirken görebiliriz. Süre alamadığı için ayrıldığı Efes'ten geldiği Galatasaray'da istediği süreleri bulabilmesi için bu turnuva performansı kendisi için çok önemli.

Cenk Akyol: Hazırlık döneminin süpriziydi. Yıllardır patlaması bekleniyor. Bir turnuva daha bekler miyiz, yoksa bu turnuva o turnuva olabilir mi? Eğer bu turnuva o turnuva değilse, o formayı giymeye can atan gençler varken Cenk'in milli takım formasını giydiği son turnuva bu olsun.

Oğuz Savaş: Sağlıklı bir Semih kadroda olsaydı süreleri ciddi derece azalacaktı. Takımın uzun süredir bir parçası olması Enes'in sürelerinden biraz çalmasını sağlayacaktır. Ömer'in erken faul problemine girdiği maçlarda kritik görevler alacaktır. Ne kadar altından kalkabileceğinin cevabı ise kendinde saklı.

İzzet Türkyılmaz: Semih'in son dakikada kadrodan çıkarılması ile Doğuş yerine kadroda kalması yönünde tercihini kullandı Orhun Ene. Banvit'ten kendi oyuncusu olmasının da etkisi var tabii bu tercihte. Uzunlar faul problemine girmediği müddetçe önemli maçlarda süre alacağını sanmıyorum. Yerine Furkan Aldemir'in kadroda olması gerektiğini düşünenler çok. İzzet bir şekilde kritik bir maçta görev almak zorunda kalır ve iyi performans sergileyemezse o sesler Orhun Ene'yi çok sertçe eleştirecektir. Dileğim ise böyle bir durumun turnuva boyunca gerçekleşmemesi fakat uzayan turnuva ve sakatlıkları da göz önüne alınca her kadronun bin kere düşünülerek doldurulması gerektiğini unutmamak gerekir.